Etiket: Av. Aytekin AKTAŞ

MALPRAKTİS DAVASI

I-) MALPRAKTİS DAVASI NEDİR?

Malpraktis davası, sağlık profesyonellerine karşı açılan ve bir sağlık hatasının veya ihmalinin, hastanın zararına yol açtığını ispat etmeye yönelik bir davadır. Bu davalar, genellikle kişinin sağlığı üzerinde kalıcı etkiler bırakacak sonuçlar doğurmuşsa,

mağduriyetin tazmin edilmesini hedefler.

A-) Malpraktis Türleri

Malpraktis davaları, sağlık profesyonelinin hatalı davranışına bağlı olarak farklı kategorilere ayrılabilir. Bu tür davaların en yaygın türleri şunlardır:

  • Hatalı Tedavi (Misdiagnosis): Sağlık çalışanının yanlış teşhis koyması ve buna bağlı olarak yanlış tedavi uygulanması.
  • Cerrahi Hatalar: Ameliyat sırasında yapılan hatalar, örneğin yanlış bölgeye müdahale etme veya cerrahi prosedürlerde dikkatsizlik.
  • İlaç Hataları: Yanlış ilaç verilmesi ya da ilaç dozajı hataları, hastanın sağlık durumu üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir.
  • Doğum Hataları: Doğum sırasında yapılan yanlış müdahaleler hem anne hem de bebeğin sağlığını tehlikeye atabilir.

Bu dava türü doğrudan tek bir kanunda düzenlenmiş bir dava türü değildir. Malpraktis davaları hem medeni hukuk hem de ceza hukuku açısından farklı düzenlemelere tabidir. Türk Borçlar Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Türk Medeni Kanunu ve sağlıkla ilgili diğer düzenlemeler, malpraktis nedeniyle açılacak davalarda temel hukuki çerçeveyi oluşturur.

B-) Vekalet Sözleşmesinin Özel ve Kamu Hastanelerine Göre Farklılıkları

Hekim ve hasta arasındaki ilişki, çeşitli hukuki görüşlere göre farklı şekillerde nitelendirilebilmektedir, ancak baskın görüş, bu ilişkinin “vekalet sözleşmesi” olduğu yönündedir. Yargıtay’ın yerleşik kararları da bu doğrultudadır. Dolayısıyla, tedavi sırasında hekim hatası nedeniyle zarar gören hastanın açacağı tazminat davasında, sözleşmeye aykırılık hükümleri uygulanacaktır. Ancak, burada hastanenin türüne göre bir ayrım yapmanın önemi bulunmaktadır.

Eğer hastanın başvurduğu sağlık kurumu özel bir hastane ise, hasta ile hastane arasında bir “hasta kabul sözleşmesi” kurulmuş olacaktır. Bu sözleşme, hastanın tedavi için hastaneye kabul edilmesiyle birlikte geçerlilik kazanır. Özel hastanelerde hekim, kendi adına değil, hastane adına tedavi hizmeti sunar ve bu durumda hekim, Türk Borçlar Kanunu (TBK) madde 116’ya göre yardımcı kişi konumunda yer alır.

Diğer taraftan, hastanın başvurduğu sağlık kurumu bir kamu hastanesi ise, hasta ile hastane arasında doğrudan bir sözleşme ilişkisi söz konusu değildir. Kamu hastanelerinde tedavi gören bir hasta, kamu görevlisi olan hekim tarafından tedavi edilir, ancak burada hasta ile hekim arasında doğrudan bir sözleşme ilişkisi kurulmamakta, bu durum bir “kamu hizmetinden yararlanma” şeklinde değerlendirilmektedir.

Bazı özel durumlarda ise hekim ile hasta arasındaki ilişkiye, Türk Borçlar Kanunu’nun 470. ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi hükümleri uygulanabilir. Özellikle estetik tedavi gibi özel tıbbi hizmetler söz konusu olduğunda, bu ilişki eser sözleşmesi çerçevesinde değerlendirilir.

Malpraktis davaları, sağlık profesyonellerinin ve hastaların haklarının belirlenmesinde oldukça karmaşık olabilir. Her dava özgül koşullar ve olaylara dayandığından, zararın boyutunun ve hekimin kusurunun titizlikle incelenmesi gerekir. Bu sebeple, malpraktis davalarında deneyimli bir avukattan hukuki destek almak her zaman en doğru adım olacaktır. Profesyonel bir avukat, davanın seyrini belirleyebilir ve en güçlü hukuki stratejiyi geliştirebilir, böylece tazminat talebinde bulunmak için en etkili yolları bulabilir.

II-) MALPRAKTİS DAVASI USUL ŞARTLARI NELERDİR?

Malpraktis davası açabilmek için belirli usul şartlarının yerine getirilmesi gerekir. Bu şartlar davanın doğru ve yerinde açılmasını sağlar.

A-) Görevli ve Yetkili Mahkeme

Malpraktis davalarında yetkili mahkeme, esasen davanın açıldığı yerin mahkemesi olmalıdır. Ancak, eğer davacı, malpraktis sonucu zarar gören hasta, bir başka şehirde yaşıyor ancak hizmeti başka bir şehirde alıyorsa, hastanın ikametgahının bulunduğu yer mahkemesi de yetkili olabilmektedir.

Malpraktis davalarında görevli mahkemeler genellikle Tüketici Mahkemeleri ve İdare Mahkemeleri olsa da tıbbi müdahalede bulunan hekim ile hasta arasındaki ilişkinin hukuki niteliğine göre görevli mahkemeler değişmektedir. Bu sebeple özel durumlar ve farklı yasal düzenlemeler de söz konusu olabileceğinden bu hususa dikkat etmek gerekir.

B-) Davayı Kimler Açabilir?

Malpraktis davasını, genellikle hasta veya hasta yakınları açabilir. Eğer hasta vefat etmişse, mirasçıları dava açma hakkına sahiptir. Ayrıca, hastanın sağlık hizmeti aldığı kurum (hastane, klinik) da, sağlık profesyonelinin hizmeti ile ilgili malpraktis iddialarını araştırabilir.

C-) Süre Şartı

İdare mahkemesinde dava açmadan önce, zararın ve hekim hatasının öğrenilmesini takiben 1 yıl ve her halde 5 yıl içinde ilgili idareye tazminat talebi içeren yazılı başvuruda bulunulması gerekir. Özel hastane veya doktorlara karşı haksız fiil nedeniyle açılacak doktor hatası davaları, zararın ve tazminat yükümlüsünün öğrenilmesini takiben 2 yıl ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren 10 yıl geçmesiyle birlikte zamanaşımına uğrar. Fakat tazminat hakkı, ceza hukuku düzenlemelerince daha uzun bir zamanaşımı süresi gerektiren bir cezaya neden olan fiilden doğmuşsa, zamanaşımı süresi belirlenirken ceza hukuku hükümleri esas alınır.

III-) MALPRAKTİS DAVASINDA ESASA İLİŞKİN HUSUSLAR

Malpraktis davalarında esas, zararın tazmin edilmesi ve hatalı sağlık hizmetinin sorumluluğunun belirlenmesidir. Bu aşamada, dava konusu olan sağlık hatasının ispatı ve tazminat talepleri öne çıkar.

İspat konusu, malpraktis davalarının en kritik noktalarından biridir. İspat yükü̈ davacının üzerinde olsa da, uzmanlık alanına giren bir mesele olduğu için, konuya dair detaylı bir araştırma ve uzman görüşü gereklidir.

Neler Talep Edilebilir?

  1. Tazminat Talebi: Uğranılan zararın tazmin edilmesi amaçlanır. Bu tazminat, maddi (sağlık giderleri, iş gücü̈ kaybı vb.) ve manevi (acılar, sıkıntılar, psikolojik etkiler) olabilir.
  2. Tedavi ve İyileşme Giderleri: Hastanın tedavi sürecine dair harcamalar da tazminat taleplerine dahil edilebilir. Bu, hastanın sağlık sorunlarının tedavisi için yapılan masrafların karşılanmasını sağlar.
  3. Manevi Tazminat: Hasta ya da yakınları, yaşadıkları psikolojik, ruhsal ve bedensel acı nedeniyle manevi tazminat talep edebilir. Bu tür tazminatlar, mağduriyetin derecesine ve sağlık sorunlarının ağırlığına göre belirlenir.
  4. İleriye Dönük Giderler: Eğer sağlık sorunları kalıcıysa ve hastanın ilerleyen dönemde ek tedavi gerektirecekse, bu giderler de talep edilebilir.

Malpraktis Davası Sonucunda Hangi İhtimaller Söz Konusudur?

  1. Davanın Reddi: Eğer sağlık hizmeti sağlayıcısı hatalı olmadığına dair savunmalar sunarsa veya ispatlanabilir bir ihmal ya da hata söz konusu değilse, dava reddedilebilir.
  2. Tazminat Ödemesi: Eğer malpraktis iddiaları ispatlanırsa, sağlık hizmeti sağlayıcısı veya sağlık kurumu, hastaya tazminat ödemekle yükümlü̈ olabilir.
  3. Sağlık Hizmetinin İyileştirilmesi: Bazen davalar sonucunda, sağlık hizmeti sağlayıcıları, hata veya ihmalin tekrarlanmaması için eğitimler veya uygulama değişiklikleri yapabilir.
  4. Cezaî Sorumluluk: Malpraktis davalarında, sağlık profesyonelinin sorumluluğu yalnızca tazminat ile sınırlı kalmaz. Eğer ihmal veya hata ciddi boyutlara ulaşırsa, cezaî işlem yapılabilir.

IV-) YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, E. 2016/27901, K. 2019/5767, 06.05.2019

“…Davacı, 12/09/2011 tarihinde sol ayak tabanında ve eklemlerindeki şidetli ağrılar sebebiyle fizik tedavi uzmanı davalı Dr. …’a muayene olduğunu, muayene sonrası eklem yerlerinde kireçlenme ve taban düşmesi olduğunun tespit edildiğini, davalının kireçlenme için ilaç yazdığını, taban düşmesi içinse tabanlık ve fizik tedavi uygulanmasını önerdiğini, ancak sağlık personeli davalı … tarafından yapılan fizik tedavi uygulaması sonrasında topuğunun yandığını, …. bunun üzerine 20/10/2011 tarihinde kasığından alının deri parçasının topuğuna yamalandığını (doku grefti), ameliyattan sonra 20 gün post-op tedavinin sürdüğünü, … 6 ay daha ayağının üstüne basmaması gerektiğinin belirtildiğini, hatalı tıbbı uygulama öncesinde bir şirkette grafiker asistanı olarak çalıştığını, olaydan sonra işe taksiyle gidip gelmek zorunda kaldığını… kariyerinin etkilendiğini, ve kazanç kaybının olduğunu, davalı doktorun yanlış tedavi önerdiği için davalı …’in ise tedaviyi hatalı uyguladığı için sorumlu olduğunu, hastanenin ise istihdam edenini sorumluluğu kapsamında sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürerek şimdilik yapılan harcamalar karşılığı …. TL maddi tazminatın çektiği acıların karşılığı olarak da ….. TL manevi tazminatın ..

Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, …. TL maddi …. TL manevi tazminatın …. faiziyle birilikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsiline karar verilmiş…”

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, E. 2023/2982, K. 2024/3055, 14.10.2024

“…İlk Derece Mahkemesince hastaya konulan teşhis nedeniyle beyin kanamasından kaynaklı operasyonun 27.10.2011 tarihinde gerçekleştirildiği, davanın açıldığı 22.12.2021 tarih itibariyle vekalet sözleşmesi hükümleri uyarınca uygulanması gereken 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımı yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın zamanaşımı yönünden reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

Ne var ki bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 370 inci maddesinin dördüncü fıkrası hükmü uyarınca, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılması ve İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesinin düzeltilerek onanması gerekir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

1. Davacının tüm temyiz itirazlarının REDDİNE,

2. Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,

3. Temyiz olunan İlk Derece Mahkeme kararının gerekçesinin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

4. Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

14.10.2024 tarihinde oy birliğiyle karar verildi…”

Aytekin AKTAŞ & Mihriban Beritan AYGÜN

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır. 

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

İNSANLIĞA KARŞI SUÇ VE SOYKIRIM SUÇU

Toplu şiddet olaylarından arınmak maalesef tarih boyunca tam olarak mümkün olmamıştır. Özellikle 20. Yüzyıl’da azınlık gruplarının imha pratikleri zirve yapmıştır.

En genel ifadesiyle soykırım suçunun insanlığa karşı suçların özgün bir görünüşü olduğunu ifade edebiliriz. Bununla birlikte aynı eylemlerin iki suçu da oluşturduğu iddiasıyla hukuk ve hak mücadelesi vermek mümkündür.

I-) İNSANLIĞA KARŞI SUÇ

Kavramın ilk kez 1890 yılında siyah bir askerin ABD Dışişleri Bakanı’na yazdığı kölelik karşıtlığı konulu mektupta kullanıldığı ve hukuk metinlerinde ilk olarak 1899 ve 1907 tarihli La Haye Sözleşmeleri’nde yer aldığı bilinmektedir. Bununla birlikte insanlığa karşı suç kavramının uluslararası hukukta uygulamaya yönelik yer aldığı ilk metin, 1945 tarihli Nürmberg Askeri Ceza Mahkemesi Statüsü’dür. İnsanlığa karşı suç konulu ilk başarılı yargılamaları yürüten Nürmberg ve Tokyo Mahkemeleri ise sivillere yönelik olan suç eylemleri ve siyasi/inançsal/etnik ayrımcılık saikli yargılamalar olarak iki kategoride konuyu ele almıştır.

Nürmberg Mahkemesi, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüleri, BM Uluslararası Hukuk Komisyonu ve ilgili diğer belgelere (1948 Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, 1965 BM Tüm Irk Ayrımcılığı Çeşitlerinin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, 1968 Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçların Sınırlanmasına İlişkin Sözleşme, 1974 Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi İnsanlığa Karşı Suçlar ve Savaş Suçlarına İlişkin Yasal Engellerin Kaldırılması Sözleşmesi, 1984 BM İşkence Sözleşmesi vs.)  göre insanlığa karşı suç oluşturan eylemler şunlardır:

Devlet veya özel kişilerce, savaşta yahut ülke içi çatışmalarda sivillere karşı girişilen öldürme, toplu imha, köleleştirme, sürgün veya sair yolla acı çektirme suçları. Roma Statüsü 7. Maddesinde ise suçun kapsamı ve unsurları en geniş şekilde tariflenmektedir. Buna göre suçun unsurları; bir saldırının varlığı, saldırının sivil halka yönelmesi, yaygın veya sistematik olması ve kasıtlı olmasıdır.

Soykırım suçunda belli bir gurubu imha etme özel kastı aranırken insanlığa karşı suçta (olası kast da dahil) genel bir kastın suçun oluşmasına yettiği söylenebilir. Bu genel kastın belirleyici yönü ise insanın politik varlığına ve çoğulcu demokrasiye yönelmesidir.

Savaş suçunda korunan özne/hukuki değer suçların failleriyken, insanlığa karşı suçlarda korunan özne sistematik ve yaygın insani olmayan politikalara karşı insanlığın bütünüdür. Kant’ın 1795’te öne sürdüğü herhangi bir hukuk ihlalinin tüm insanlığı etkileyeceği düşüncesi bu yaklaşımın öncüllerindendir.

İnsanlığa karşı suçları düzenleyen TCK m. 77 ise uluslararası doktrinden farklı olarak genel kastın alanını ve suçun oluşma şekillerini şu şekilde daraltmıştır:

“Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:
a) Kasten öldürme.
b) Kasten yaralama.
c) İşkence, eziyet veya köleleştirme.
d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma.
e) Bilimsel deneylere tabi kılma.
f) Cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı.
g) Zorla hamile bırakma.
h) Zorla fuhşa sevketme.
Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.

II-) SOYKIRIM SUÇU

Uluslararası hukukta ilk olarak 1648 Westfalya Antlaşması ile azınlık gruplarının inançlarının imhasının yasaklandığı görülse de “soykırım” (jenosit/genos-cide: soy katli) kavramı ilk olarak Polonyalı hukukçu Raphael Lemkin tarafından Yahudilere yönelik Holokost’un katliam, pogrom ve benzeri kitle imha suçlarından farkının tespiti amacıyla 1943 yılında ortaya koyulmuştur.

Soykırım, BMGK’nin 11.11.1946 tarihinde aldığı kararla uluslararası suç sayılmıştır. Aynı şekilde, BMGK’nin 21 Aralık 1947 tarihli ve 180/1 sayılı kararıyla “soykırımın, kişi ve devletlerin ulusal ve uluslararası sorumluluğunu gerektiren uluslararası bir suç olduğu” kabul edilmiştir.

Daha sonradan farklı sözleşmelere (1949 Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri; 1966 Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi; 1984 İşkence, Aşağılayıcı Muamele ve Cezalandırmalara ve İnsanlık Dışı Muamelelere Karşı Sözleşme; 1989 Çocuk Hakları Sözleşmesi vs.) konu olsa da, uluslararası sözleşmelere ilk olarak 1948 tarihli BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ile birlikte dahil olmuştur. Türkiye’nin de taraf olduğu sözleşmenin  2. maddesi şu şekildedir:

“Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur.

a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;

b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;

c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;

d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;

e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek.”

Aynı sözleşmenin 3. maddesinde faillerle işbirliği/iştirak içinde olan, suçun işlenmesini kışkırtan veya suça teşebbüs edenlerin de sivil yahut devlet görevlisi olmasına bakılmaksızın cezalandırılması gerektiği düzenlenmiştir.

1988 Roma Sözleşmesi’ne istinaden kurulan ICTR ve ICY mahkemelerinde Ruanda ve Bosna soykırımlarının yargılandığı, Nürmberg Askeri Mahkemesinde yapılan Yahudi soykırımı yargılaması sonucunda ise soykırımdan değil, insanlığa karşı işlenmiş suçlardan ceza verildiği bilinmektedir.

Soykırım suçunun varlığı halinde, Türkiye hukukunda –TCK m. 76‘da uluslararası hukuk metinleriyle benzer bir düzenleme yapılmış- zamanaşımının uygulanmayacağı kabul edilmiştir:

“(1) Bir planın icrası suretiyle, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yokedilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:

a) Kasten öldürme.

b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme.

c) Grubun, tamamen veya kısmen yokedilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.

d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması.

e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi.

(2) Soykırım suçu failine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. Ancak, soykırım kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.

(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.

(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.”

Uluslararası Af Örgütünün 2024 yılındaki Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna sunduğu rapora göre geçtiğimiz 10 yılda en az 18 insanlığa karşı suç vakası kaydedilmiştir. Umuyoruz ki insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçları, uluslararası insan hakları hukukunun ve temel hak ve hürriyetlerin tüm dünyada içselleştirilmesi marifetiyle insanlık tarihinden silinecektir. Bunun için tüm hukukçuların ve tüm kamuoyunun inisiyatif alması gerekmektedir. Hukukçular ulusal ve uluslararası yargı sistemlerinin bu ve benzeri evrensel öneme sahip başlıklarda iyi çalışması için özenli olmalıdır.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır. 

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

ÖZEL İSTİHDAM BÜROSU ŞARTLARI

Özel İstihdam Bürosu açma şartlarını, ilgili mevzuatı ve konuyla ilgili önemli notları bu yazımızda okuyabilirsiniz.

I-) İLGİLİ MEVZUAT

  • 4857 sayılı İş Kanununun 7 nci ve 90 ıncı maddeleri,
  • 4904 sayılı Türkiye İş Kurumu ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanunun 17-20 nci maddeleri,
  • Özel İstihdam Büroları Yönetmeliği
  • Özel İstihdam Büroları Genelgesi
  • Türkiye İş Kurumu tarafından 4904 sayılı Türkiye İş Kurumu ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanunun 20 nci maddesine ve 4857 sayılı İş Kanununun 108 inci maddesine İstinaden Uygulanacak İdari Para Cezaları Hakkında TebliğSöz konusu düzenlemelere İŞKUR kurumsal web sitesinin anasayfasının kurumsal bilgi/mevzuat sekmesinden veya http://km.corpus.com.tr/?kid=288438 linkinden ulaşılabilir.

II-) ÖZEL İSTİHDAM BÜROSU BAŞVURU ŞARTLARI

Özel istihdam bürosu açmak için başvuru formu ile birlikte aşağıda sayılan belgeler İŞKUR il/hizmet müdürlüklerine ibraz edilir:

1) Yetkili kişilere ait T.C. kimlik numarası beyanı ve yabancı uyruklu kişiler için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘ndan alınan çalışma izin belgesinin örneği,

2) Yetkili kişilere ait en az lisans düzeyinde öğrenim belgesinin onaylı örneği, yurtdışı okullardan mezun olanlar için yeminli mütercimlerce Türkçe’ye tercüme edilmiş diploma örneği,

3) Yetkili kişilerin adına müflis veya konkordato ilan etmemiş olduğuna ilişkin ticaret mahkemeleri ile icra, iflas dairesinden/müdürlüğünden alınmış belge,

4) Yetkili kişilerin; 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile Devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkum olmamaları ve buna dair yazılı adli sicil beyanı,

5) Çalıştırılacak nitelikli personelin ilgili yönetmeliğin 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde sayılan koşulları taşıdığını gösterir belge veya onaylı örneği,

6) Özel istihdam bürolarının, münhasıran iş ve işçi bulmaya aracılık faaliyetinin yapılması için tahsis edilmiş, iş arayanla görüşme yapılabilecek şartlara uygun fiziki bir mekâna ve/veya internet sayfasına sahip olunduğuna ilişkin belge,

7) İş arayanlara, işe yerleştirmelere ve açık işlere ilişkin kayıtların ve istatistikî bilgilerin elektronik ortamda derlenmesine, kayıt ve muhafazasına ve elektronik iletişime uygun teknik donanıma sahip olunduğuna dair beyan,

8) Tacir sıfatı kazanmış olanlar için kuruluş ve değişikliklere ilişkin ticaret sicili gazeteleri ile kayıtlı oldukları ticaret veya sanayi odalarından alınmış faaliyet belgesi, tacir sıfatı taşımayan diğer tüzel kişiler için ise kurmuş oldukları iktisadi işletmenin iş ve işçi bulmaya aracılık yapacağını içerir hükmün yer aldığı ticaret sicil veya esnaf sicil kaydı ya da tüzük,

9) Vergi numarası.

Başvuruların kabul edilebilmesi için;

• Kurum alacağının bulunmaması,
• Kurumca belirlenen masraf karşılığının ödenmiş olması,
• Başvuru tarihinde brüt asgari ücret tutarının yirmi katına denk gelen miktarda teminat verilmesi,
gerekir.

Kurumca yapılan değerlendirme sonucunda belgelerinde eksiklik bulunmayanlardan; kat’i ve süresiz banka teminat mektubu ya da nakit teminat ile masraf karşılığı alındıktan sonra izin verilme işlemi tamamlanır.

Özel istihdam bürosu izni almak isteyenler, İŞKUR il/hizmet müdürlüklerine başvurarak Özel İstihdam Büroları Genelgesi’nin 2.4 üncü maddesinde ayrıntılı bir şekilde ifade edilen gerekli bilgi ve belgeleri ibraz edeceklerdir.

İl/Hizmet müdürlüklerince belgeler üzerinde ve işyerinde yapılan incelemelerde başvuru koşullarına uyanlar, il müdürlüklerince değerlendirilerek, uygun bulunanlara izin verilecektir.

Kurumca yapılan değerlendirmeler 30 gün içinde sonuçlandırılacaktır.

A-) Özel İstihdam Bürosu Temsilci Şartları

  • Özel istihdam bürosu açmak isteyen tüzel kişiliğin kuruluş sözleşmesinin yer aldığı Ticaret Sicili Gazetesinde, kuruluş sözleşmesinde idareden sorumlu/şirket müdür olarak adı bildirilen kişi veya kişilerdir.
  • Başvuru esnasında gereken bu kişi/kişilere ait, T.C. kimlik numarası/çalışma izin belgesi, lisans (4 yıllık) diploması örneği, özgeçmiş ve müflis veya konkordato ilan etmemiş olduğuna dair ticaret mahkemelerinden veya ticaret sicili memurluklarından alınan belgelerin ibraz edilmesi gerekir.
  • Tüzel kişiliklerde, ticaret sicili gazetesinde, diğer tüzel kişiliklerde ise şirket sözleşmesi ya da yerine geçen sözleşmelerde adı geçen kişi veya kişilerin birden fazla olması halinde bu kişilerin her biri için ayrı ayrı bu şartları yerine getirmesi gerekir.
  • Özel istihdam bürosu faaliyetlerinde imza yetkisini Ticaret Sicil Gazetesinde ismi belirlenmiş olan temsil ve ilzama yetkili kişi kullanır.
  • Özel istihdam bürolarının, Kurumla yaptıkları yazışmalarda ve işe yerleştirme faaliyeti ile ilgili hazırladıkları her türlü belgede şirket kaşesinin bulunması zorunludur. Temsil ve ilzama yetkili kişi, şirket kaşesi altına atılan her türlü imzadan sorumludur.

B-) Çalıştırılması Zorunlu Nitelikli Personel

Mesleki Yeterlilik Kurumu tarafından onaylanan iş ve meslek danışmanı mesleki yeterlilik belgesine sahip olan ya da en az önlisans düzeyinde; bilgi yönetimi, büro yönetimi ve yönetici asistanlığı, halkla ilişkiler ve tanıtım, insan kaynakları yönetimi, işletme yönetimi bölümleri veya lisans düzeyinde; siyasal bilgiler, iktisadi ve idari bilimler, iktisat, işletme veya yönetim bilimleri fakültelerinden mezun olmuş kişiyi ifade etmektedir.

III-) ÖNEMLİ NOTLAR

  • Geçici İş İlişikisi Yetkisi için ayrıca başvurulmalıdır
  • Özel istihdam bürosu başvuruları Türkiye İş Kurumu il müdürlüklerine/hizmet merkezlerine yapılacaktır.
  • Özel istihdam bürosu izni teminatı 2024 yılı için 400.050.-TL’dir.
  • Geçici iş ilişkisi yetkisi teminatı 2024 yılı için 4.000.500-TL’dir.
  • Başvuru masrafı 2024 yılı için 24.272,90-TL’dir. Süresi içerisinde izin yenileme masraf karşılığı ise 14.384,99- TL olarak belirlenmiştir.
  • Verilen izinler üç yıl geçerlidir.
  • Bürolar Genelgenin 6.2 nci maddesi gereğince işgücü piyasasının izlenmesi için gerekli olan istatistiki bilgileri Ocak, Nisan, Temmuz ve Ekim aylarının 20’sine kadar üçer aylık dönemler itibarıyla göndermekle ve beş yıl süreyle saklanması gereken belgeleri muhafaza etmekle yükümlüdür.
  • Yurtdışı iş sözleşmeleri İŞKUR’a onaylatılmalıdır.
  • Elektronik ortamda iş arayan ve işvereni eşleştiren büroların, yurtdışı işe yerleştirmede iş sözleşmesinin Kuruma onaylatılması gerektiğinden, bu şekilde eşleşenlerin olması durumunda bunun merkez ve şubelerinin elektronik ortamında görülmesi sağlanmalıdır.
  • Elektronik ortamda çalışma yapan bürolara, elektronik ortamda yabancı uyruklu iş arayanlar da kayıt yaptırabileceklerinden, yabancı iş arayanların çalışma izinlerini almalarını takiben kayıt veya eşleştirme yaptırabilmeleri konusunda programlarında düzenleme yapmaları, bürolar tarafından işe yerleştirilen yabancı uyruklular olması halinde bu kişilerin bilgilerinin ilgili büro ve şubelerince elektronik ortamda görülebilmesine yönelik düzenleme yapmaları istenmektedir.
  • Gazete, afiş vb. ilanlarında İŞKUR’dan izin belgesi alındığı ifadesi, izin tarihi ve belge numarası yer almalıdır.
  • Şube açılması halinde tescil edilmesi gerekmektedir.
  • Her yıl şubat ayı sonuna kadar Kuruma verilen teminatın brüt asgari ücretin 20 katı tutarına denk gelecek şekilde güncellenmesi gerekmektedir.
  • İzinsiz faaliyetlere ilişkin 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinde idari yaptırımlar düzenlenmektedir.
  • 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanununda yazılı araçlarla “sarı sayfa ilanları” şeklinde gerçekleştirilecek duyurular için Kurumdan izin belgesi alınmasına gerek bulunmamaktadır.
    İş arama motoru veya seri ilan şeklinde olup; başvur butonu, üyelik sistemi ya da herhangi bir kayıt işlemi olmaksızın bireylerin açık işlerle ilgili iletişim bilgilerine serbestçe erişimine olanak veren internet sitelerinin Kurumdan izin belgesi almasına gerek bulunmamaktadır.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453