Etiket: CMK

KONUTU TERK ETMEME (EV HAPSİ) TEDBİRİ

Konutu terk etmeme, halk arasında ev hapsi olarak da bilinen tedbir türüdür. Mahkeme veya hakimlikçe, suç şüphesi altında olan şüpheli veya sanık mazeretsiz ya da izinsiz olarak konutu terk etmemekle yükümlü kılınır.

Ceza Muhakemesi Kanunu madde 109/3-j’de düzenlenen bu adli kontrol tedbiri; bir suç isnadı sonucunda, soruşturma veya kovuşturma kapsamında, tutuklama sebeplerinin de olmasıyla beraber şüpheli veya sanığın tutuklanarak cezaevine götürülmesi yerine denetim altında tutulmasıdır. Şüpheli veya sanığın konutu terk etmemesi şeklindeki adli kontrolün denetimi, elektronik kelepçe vasıtasıyla ve Denetimli Serbestlik Müdürlüğü tarafından sağlanır.

Şüpheli veya sanık hakkında konutu terk etmeme tedbiri uygulanmış ise şahsın tedbir kaldırılmadığı sürece konuttan dışarı çıkması yasaktır, aksi takdirde tedbir ihlal edilmiş olur ve şahıs tutuklanarak cezaevine götürülür.

I-) KONUTU TERK ETMEME KARARI VERİLEBİLMESİNİN ŞARTLARI

Konutu terk etmeme tedbirinin uygulanabilmesi için tutuklama nedenlerinin varlığı aranır. Ceza Muhakemesi Kanunu madde 109/2’de yer aldığı üzere, kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de adli kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir. Adli kontrol tedbirlerinden biri de konutu terk etmemedir.

Konutu terk etmeme tedbiri tutuklamaya alternatif bir tedbir olması sebebiyle tutuklamaya ilişkin şartların varlığı aranmaktadır. Bu şartlar:

A-) Kuvvetli Suç Şüphesi

Şüpheli veya sanık hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin olması gerekmektedir. Kuvvetli suç şüphesi, şüpheli veya sanığın suçu işlediğine dair oldukça yüksek bir olasılığın bulunmasıdır. Bu şüphe, somut deliller ile de ortaya konmuş olmalıdır. Şüpheli veya sanık hakkında kuvvetli suç şüphesi bulunmadan konutunu terk etmeme şeklinde adli kontrol tedbirine hükmedilemez.

B-) Tutuklama Nedeni

Ceza Muhakemesi Kanunu madde 100’de yer alan tutuklanma nedenleri, konutu terk etmeme tedbirinin uygulanabilmesi için de gereklidir. Tutuklama nedeninin varsayılabileceği haller şunlardır:

  • Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
  • Şüpheli veya sanığın davranışları delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme; tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.

II-) KONUTU TERK ETMEME TEDBİRİNİN SÜRESİ

Konutu terk etmeme bir adli kontrol şekli olmasından dolayı ne kadar süreceği adli kontrol hükümlerine göre şekillenir.

Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde konutu terk etmeme tedbiri süresi en fazla iki yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hâllerde gerekçesi gösterilerek bir yıl daha uzatılabilir.

Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, adli kontrol süresi en çok üç yıldır. Bu süre, zorunlu hâllerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı, Türk Ceza Kanunu‘nun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda dört yılı geçemez. Bu maddede öngörülen adli kontrol süreleri, çocuklar bakımından yarı oranında uygulanır.

Şüpheli veya sanığın konutu terk etmeme (ev hapsi) yükümlülüğünün devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda en geç dört aylık aralıklarla soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi, kovuşturma evresinde ise re’sen mahkeme tarafından karar verilir. 

III-) KONUTU TERK ETMEME ALTINDA GEÇEN SÜRENİN CEZADAN MAHSUP EDİLMESİ

Diğer adli kontrollerin aksine konutu terk etmeme tedbiri altında geçen süre cezadan mahsup edilebilir. Konutu terk etmeme tedbiri altında geçen her iki gün, bir gün olarak cezadan mahsup edilir.

IV-) KONUTU TERK ETMEME KARARI VEREBİLECEK MERCİLER

A-) Soruşturma Aşamasında

Soruşturma aşamasında konutu terk etmeme tedbirini uygulayabilecek görevli merci sulh ceza hakimliğidir. Şüpheli, Cumhuriyet savcısının talebi  ve sulh ceza hakimliğinin kararı üzerine konutu terk etmeme tedbiriyle adli kontrol altına alınabilir. Konutu terk etmeme tedbirini uygulamaya yetkili sulh ceza hakimliği ise suçun işlendiği yerdeki sulh ceza hakimliğidir.

B-) Kovuşturma Aşamasında

Kovuşturma aşamasında ceza davasına hangi mahkeme bakıyorsa konutu terk etmeme tedbirini verme kararı da o mahkemeye aittir. Ceza davasına bakan mahkemenin kararına itiraz edilmesi üzerine, itirazı inceleyen ceza mahkemesi de konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol kararı verebilir.

V-) YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 8.10.2020 tarihinde, Esra Özkan Özakça (B. No: 2017/32052) başvurusunda, Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

“…Anayasa Mahkemesi ilk olarak konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil edip etmediğini incelemiştir.

Anayasa Mahkemesine göre kişilerin fiziki hareket özgürlüklerini sınırlandıran bir tedbirin Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına mı yoksa Anayasa’nın 23. maddesinde düzenlenmiş olan seyahat özgürlüğüne mi müdahale teşkil ettiği belirlenirken önemli olan husus sınırlamanın niteliği veya esası değildir. Bir tedbirin bunlardan hangisine müdahale oluşturduğunun tespitinde sınırlamanın derecesi ve yoğunluğu dikkate alınmalıdır. Bunun tespitinde tedbirin türü, süresi, uygulanış şekli, gündelik hayatın denetiminin boyutu gibi faktörler önem taşımaktadır.

Bu bağlamda yapılan değerlendirmede konutu terk etmeme; kişilerin fiziksel özgürlük alanını yalnızca ikamet ettiği konutun içi ile sınırlandıran, elektronik kelepçe takılmak suretiyle infazı söz konusu olabilen ve -kaldırılıncaya kadar- gün boyunca kesintisiz olarak devam ettirilen, uyulmadığında ise şüpheli veya sanık hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasına neden olabilen bir adli kontrol tedbiri niteliğindedir. Anılan tedbirin bu niteliği, uygulanış şekli ve özellikleri itibarıyla hareket serbestisi üzerindeki sınırlayıcı etkisinin derece ve yoğunluk olarak seyahat özgürlüğüne göre oldukça ileri bir boyutta olduğu ve dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna varmak gerekir.

Anayasa Mahkemesi ikinci olarak, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109. maddesinde tutuklamaya alternatif olarak düzenlenmiş adli kontrol türlerinden biri olan konutu terk etmeme tedbirinin hukukiliğinin incelemesinde -tutuklama tedbirinde olduğu üzere- kanun tarafından öngörülme, kuvvetli suç belirtisinin bulunması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebeplerinin mevcut olması ve ölçülülük ilkesine uygunluk kriterleri bakımından bir değerlendirme yapılması gerektiğini kabul etmiştir.

Bu çerçevede somut olay incelendiğinde başvuruya konu tedbirin dayanağını oluşturan suçlamaların temelinde İnsan Hakları Anıtı önündeki oturma ve açlık grevinde bulunma eylemleri olduğu görülmektedir. Soruşturma mercileri, bu eylemlerin esasen DHKP/C terör örgütünün emir ve talimatları doğrultusunda örgütün amacına hizmet etmek ve propagandasını yapmak amacıyla gerçekleştirildiğini ileri sürmektedir. Bu bağlamda DHKP/C ile bağlantılı olduğu değerlendirilen oluşumların faaliyetlerine, bu eylemlerin DHKP/C terör örgütünün yayın organları tarafından sahiplenilmesine, bu kapsamda bir dergide, internet üzerinden yayın yapan bir televizyon kanalında ve sosyal medya hesaplarında açıklamalar yapılmasına ve mesajlar paylaşılmasına, ayrıca bazı gösterilerde pankartlar taşınmasına değinilmiştir. Yine başvurucunun gözaltına alındığı sırada söylediği belirtilen bazı sözlerin de anılan terör örgütüyle bağlantılı olduğu değerlendirilen bir sosyal medya hesabında yayımlanmasına dikkat çekilmiştir.

Belirli koşullarda ifade özgürlüğünün görünümlerinden biri olarak kabul edilebilecek olan oturma veya açlık grevinde bulunma eylemlerinin başlı başına bir suç konusu edilmemesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte bu eylemlerin icra edilmesinin terörle bağlantılı bir faaliyet olduğuna ilişkin olguların bulunması ya da eylemler sırasında terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerine yönelik övgü, meşrulaştırma ya da teşvik etme niteliğinde davranışlar sergilenmesi durumunda bu tür faaliyetlerin suç olarak değerlendirilmesi söz konusu olabilir.

Bu bağlamda başvurucunun oturma ve açlık grevine gitme eylemlerini örgütsel bir ilişki içinde gerçekleştirdiğine veya bunun başvurucu bakımından örgütsel bir tavır olarak sergilendiğine yönelik olarak soruşturma belgelerinde somut bir olguya veya tespite yer verilmemiştir. Ayrıca suçlamaya dayanak olarak gösterilen yayın ve açıklamaların yapılmasına başvurucunun ne şekilde bir katılımının olduğu da belirtilmemiştir.

Başvurucu anılan oturma eylemine katılmasının kendisinin ve eşinin kamu görevinden çıkarılması dolayısıyla gerçekleştiğini, bu eylemlere temel olarak eşine destek olma amacıyla katıldığını, bunu bir hak arama yolu olarak seçtiğini, eşinin tutuklanması üzerine bu kez kendisinin de açlık grevine başladığını ifade etmektedir. Somut olayın koşullarında başvurucunun eylemleri değerlendirilirken olayların başvurucunun ifadesinde yer alan ve soruşturma mercilerince değinilen bu gelişiminin göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Bu çerçevede soruşturma mercilerince yapılan tespitlere göre de başvurucu, eşinin açlık grevine başlaması üzerine oturma eylemine iştirak etmiş; açlık grevine ise eşinin tutuklanmasıyla birlikte başlamıştır.

Diğer taraftan başvurucunun gözaltına alınırken sarf ettiği belirtilen “Açlık grevinde olduğum için gözaltına alındım, yolda yürürken gözaltına alındım. Bunlara boyun eğmeyeceğim, direnişe devam edeceğim.” şeklindeki sözlerin içeriği itibarıyla şiddeti, terörü veya ayaklanmayı meşru gösteren veya öven bir yönünün bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Bu sözlerin DHKP/C ile bağlantılı olduğu belirtilen bir sosyal medya hesabında yayımlanmasında başvurucunun ne şekilde bir etkisinin olduğu soruşturma belgelerinde açıklanmamıştır.

Bu itibarla eldeki belgelere göre suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında konutu terk etmeme tedbirinin uygulandığı sonucuna varılmış; bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir….”

Av. Hüsna GÜNDÜZ

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır. 

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

CMK 119/4: ARAMA TANIĞI BULUNDURMA ZORUNLULUĞU

CMK 119/4 konut, işyeri ve benzeri kapalı alanların arama yapılmasının usulünü düzenleyen yasal düzenlemedir. Bu madde, bireylerin özel hayatının ve konut dokunulmazlığının korunmasının yanı sıra delillerin elde ediliş süreçlerini şeffaflaştırmayı amaçlayan yasal bir çerçeve sunar. Bu çerçevede, arama işlemlerinin hukuka uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi ve bu işlemler sırasında bireylerin haklarının ihlal edilmemesi için belirli kurallar getirilmiştir.

I-) CMK 119/4: Maddenin Hukuki Yapısı

CMK 119/4 maddesi, arama işlemlerinin belirli usul kurallarına uyulmasını zorunlu kılar. Buna göre, Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapılabilmesi için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişinin tanık olarak bulundurulması zorunludur. Bu hüküm, arama işleminin hukuka uygun bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla getirilmiştir. Maddenin hukuki yapısı, bireylerin temel haklarının korunması ilkesine dayanır ve bu ilkenin uygulanabilirliğini sağlamak için belirli usul kurallarını ortaya koyar.

Arama işlemi, ceza muhakemesi hukukunda delil elde etme amacıyla yapılan önemli bir koruma tedbiridir. Ancak, bu tedbirin uygulanması sırasında bireylerin haklarının ihlal edilmemesi büyük bir önem taşır. CMK 119/4, bu dengeyi korumak amacıyla, arama işlemi sırasında tarafsız tanıkların bulundurulmasını zorunlu kılar. Bu tanıklar, arama işlemi sırasında hukuka aykırı işlemler yapılmasını engelleme amacıyla bir nevi halktan kimselerin kolluğu denetlemesine imkân sağlayarak delillendirmenin hukuka uygun bir şekilde yapıldığını ve elde edilen delillerin güvenilirliğini teyit etmek için bulunurlar.

II-) Arama Tanıklarının Bulundurulma Zorunluluğu

CMK 119/4 maddesi uyarınca, arama işlemi sırasında arama tanıklarının bulundurulması zorunludur. Bu tanıklar, o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan seçilmelidir. Arama tanıklarının bulundurulmasının temel amacı, kolluğun denetlenmesini sağlayarak arama işleminin tarafsız bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamak ve bu işlemin hukuka uygun olup olmadığını denetlemektir. Arama sırasında tanıkların bulunmaması, arama işleminin hukuka aykırı olarak kabul edilmesine yol açabilir ve bu durumda elde edilen delillerin güvenilirliği zeval görür ve mahkemede kullanılabilirliği ortadan kalkar.

Arama tanıklarının araması sırasında mevcut olması, arama işleminin her aşamasında geçerli olmalıdır. Tanıklar, aramanın başından sonuna kadar hazır bulunmalı ve arama işlemi sırasında neler yaşandığını izlemeli ve bunların tutanağa dökülmesini takip etmelidir. Bu tanıkların varlığı, arama işleminin şeffaf ve hukuka uygun bir şekilde gerçekleştirilmesine yardımcı olur. Ayrıca, arama tanıklarının bulunmadığı aramalar sonucunda elde edilen delillilere dayanarak cezaya hükmolunması açıkça hukuka aykırıdır ve tanıkların yokluğunda tutanağa geçirilen deliller hukuksuz delil sayılarak mahkemenin gidişatına etki edemezler.

III-) Yargı Kararlarında Maddenin Uygulanması

CMK 119/4 maddesi, Türkiye’de yargı organları tarafından sıkça incelenen ve uygulanan bir hükümdür. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi, arama işlemleriyle ilgili kararlarında bu maddenin önemine sık sık vurgu yapmışlardır. Özellikle, arama tanıklarının bulundurulmadığı durumlarda yargı organları, elde edilen delillerin hukuka aykırı olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, çeşitli kararlarında CMK 119/4 hükmüne aykırı olarak yapılan arama işlemlerini hukuka aykırı olarak değerlendirmiştir. Bu tür durumlarda elde edilen delillerin mahkeme tarafından dikkate alınmaması gerektiğini belirtmiştir. Özellikle, arama tanıklarının bulunmaması veya yalnızca formalite gereği bulundurulmaları durumunda, arama işleminin hukuka uygun olmadığı ve bu işlemler sonucunda elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağı ifade edilmiştir. Örneğin 8. Ceza Dairesi 2015/7236 E. , 2016/5385 K. Sayılı kararında “… CMK.’nın 119/4. maddesinde Cumhuriyet Savcısı hazır olmaksızın konut, iş yeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşularından iki kişinin bulundurulması gerektiğinin belirtildiği, aynı Yasanın 206/2-a maddesinde ise; kanuna aykırı olarak elde edilen delillerin reddedileceği belirtilmiş olup incelemeye konu olayda, … arama işlemi sırasında CMK.’nın 119/4. maddesi uyarınca o yer ihtiyar heyetinden veya komşularından iki kişinin bulunması gerekmekte olup, yapılan aramada o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan kimsenin bulunmadığı halde arama yapılmıştır… Bu şekilde yapılan aramanın kanuna uygun olmadığı ve bu arama sonucunda elde edilen delilin CMK.’nın 206/2-a maddesi uyarınca reddedilmesi gerektiği ve hükme esas alınamayacağı tüm aşamalarda ele geçen silahın varlığının ve zilyetliğinin sanıkça reddedildiği, sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair kanuna aykırı ele geçirilen silah ve fişekler dışında mahkumiyetine yeterli delil bulunmadığı cihetle…” hükmünden de açıkça anlaşılacağı üzere bu maddenin gerekliliği olna arama tanıklarının eksikliği tutanağa işlense bile delillerin kullanılmasına mani olmaktadır.

Anayasa Mahkemesinin de inceleme alanına giren bu hukuka aykırılık pek çok seferler bireysel başvurusu konusu olmuştur. Bireysel başvurular ile Anayasa Mahkemesine taşınan olaylar neticesinde AYM kararlarında CMK 119/4 maddesinin uygulanmasına ilişkin çeşitli değerlendirmelerde bulunmuştur. Mahkeme, arama işlemleri sırasında arama tanıklarının bulunmaması durumunda, adil yargılanma hakkının ihlal edilebileceğine hükmetmiştir. Bu bağlamda, CMK 119/4 maddesinin yargı organları tarafından titizlikle uygulanması gerektiği ve bu hükmün ihlali durumunda elde edilen delillerin hukuka aykırı olarak değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Örneğin Anayasa Mahkemesi, 2013/6183, 19.11.2014 Yaşar YILMAZ kararında“..59. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte, somut olayda, koruma tedbiri niteliğindeki arama kararının icrasının hukuka aykırı şekilde gerçekleştirilmesi ile elde edilen delillerin tek ve belirleyici delil olarak kullanılmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği ve aramanın icrasındaki ‘kanuna aykırılığın’ yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasanın 36. maddesinde güvence altına adil yargılanma hakkını ihlal edildiğine karar verilmesi…” gerektiği belirtilmiştir. Bu karar da bize bu delillerin neden ve nasıl kullanılamayacağını açıkça anlatmaktadır.

CMK 119/4 maddesi, arama işlemlerinin hukuka uygun ve şeffaf bir şekilde gerçekleştirilmesi için getirilmiş önemli bir düzenlemedir. Bu madde ile arama işlemleri sırasında bireylerin temel haklarının korunmasını ve elde edilen delillerin hukuka uygun bir şekilde toplanmasını sağlamayı amaçlanmıştır. Arama tanıklarının bulundurulması zorunluluğu, bu amaca ulaşmak için getirilen önemli bir güvence mekanizmasıdır. Yargı organlarının bu hükmü titizlikle uygulaması ve arama işlemleri sırasında yaşanan usulsüzlükleri göz ardı etmemesi, adil yargılamanın sağlanması açısından büyük önem taşır.

Lakin CMK 119/4 maddesinin uygulanması sırasında çeşitli sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu sorunların başında, arama tanıklarının bulundurulmasının zorunlu olmasına rağmen, bu kuralın pratikte kolluk tarafından önemsenmeyerek yeterince titizlikle uygulanmaması gelmektedir. Arama işlemlerinin şeffaf ve hukuka uygun bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamak için getirilen bu düzenleme, uygulamada kimi zaman formalite icabı yerine getirilmekte veya tamamen göz ardı edilmektedir. Arama tanıklarının arama işleminin başlangıcından sonuna kadar arama mahallinde bulunması ve gözlemlemesi gerekirken bu gereklilik de ihlal edilebilmekte ve sadece arama sonrasında tutanağa imza atma yoluyla varlıklarını gösterir belgelendirme oluşturulabilmektedir. Bu durumların önüne geçebilme amacıyla arama işlemine tabii tutulan kimselerin varsa avukatlarıyla iletişime geçmeleri ve arama sırasında avukat refakatinin sağlanması oldukça önemlidir.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır. 

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

CEZA MUHAKEMESİ HUKUKUNDA BASİT YARGILAMA

I-) BASİT YARGILAMA NEDİR?

A-) Genel Olarak Basit Yargılama

Basit yargılama usulü, Ceza Muhakemesi Kanunu‘nda, 7188 sayılı Kanun ile 2019 yılında yapılan değişikliklerle birlikte düzenlenen, alternatif cezai uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden biridir. Anayasa’nın 141. maddesinin son fıkrası olan “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” fıkrasından  hareketle uygulamada yer almaktadır. Düzenleme gereğince devlet tarafından muhakemenin hızlandırılması, basitleştirilmesi ve bazı ceza hukuku uyuşmazlıklarının yargılama makamı önüne gelmeden çözülmesi amaçlanmış ve makul sürede yargılanma hakkı ile birlikte ceza hukukunun işlevselliğinin artırılması hedeflenmiştir.

İşlenen suçun haksızlık içeriği itibariyle hafif olduğu olaylar ile işlenen suçun delillerinin ortada olduğu ve bu nedenle çözümü kolay uyuşmazlıklarda yargılama usulünün hızlandırılması ve basitleştirilmesi gerekir. Bu gibi durumlarda, gerektiğinden fazla prosedür içeren normal yargılama usulünün uygulanmasının zahmetli ve gereksiz olduğu kabul edildiğinden basit yargılama usulüne geçilmiştir.

Basit yargılama usulü 2 yıl ve altı hapis cezasını veya adli para cezasını gerektiren suçlarda uygulanabilir. Bu suçlara örnek vermek gerekirse; basit yaralama, taksirle yaralama, tehdit, ateşli silah bulundurma, trafik güvenliğini tehlikeye sokma gibi cezası adli para yahut üst sınırı 2 yılı geçmeyen hapis cezası olan suçlardır.

Basit yargılamanın tercih edilmesinin avantajlarına yargılamanın daha hızlı, daha az maliyetli ve sanık lehine %25 (dörtte bir) oranında ceza indirimi yapılacak olması gibi örnekler verilebilir. Ancak dezavantajları ise Cumhuriyet savcısının görüşü alınmadan yargılama yapılması ve duruşma açılmadığından adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi gibi örneklerdir.

B-) Kanunda Basit Yargılama

CMK m. 251:

(1) Asliye ceza mahkemesince, iddianamenin kabulünden sonra adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verilebilir. 175 inci maddenin ikinci fıkrası uyarınca duruşma günü belirlendikten sonra basit yargılama usulü uygulanmaz.

(2) Basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verildiği takdirde mahkemece iddianame; sanık, mağdur ve şikâyetçiye tebliğ edilerek, beyan ve savunmalarını iki hafta içinde yazılı olarak bildirmeleri istenir. Tebligatta duruşma yapılmaksızın hüküm verilebileceği hususu da belirtilir. Ayrıca, toplanması gereken belgeler, ilgili kurum ve kuruluşlardan talep edilir. 

(3) Beyan ve savunma için verilen süre dolduktan sonra mahkemece duruşma yapılmaksızın ve Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaksızın, Türk Ceza Kanununun 61 inci maddesi dikkate alınmak suretiyle, 223 üncü maddede belirtilen kararlardan birine hükmedilebilir. Mahkûmiyet kararı verildiği takdirde sonuç ceza dörtte bir oranında indirilir.

(4) Mahkemece, koşulları bulunması hâlinde; kısa süreli hapis cezası seçenek yaptırımlara çevrilebilir veya hapis cezası ertelenebilir ya da uygulanmasına sanık tarafından yazılı olarak karşı çıkılmaması kaydıyla hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir.

(5) Hükümde itiraz usulü ile itirazın sonuçları belirtilir.

(6) Mahkemece gerekli görülmesi hâlinde bu madde uyarınca hüküm verilinceye kadar her aşamada duruşma açmak suretiyle genel hükümler uyarınca yargılamaya devam edilebilir.

(7) Basit yargılama usulü, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik hâlleri ile soruşturma veya kovuşturma yapılması izne ya da talebe bağlı olan suçlar hakkında uygulanmaz.

(8) Basit yargılama usulü, bu kapsama giren bir suçun, kapsama girmeyen başka bir suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde uygulanmaz.

II-) UYGULAMA

A-) İddianamenin kabulü,

Asliye Ceza Mahkemesi, iddianamenin kabulünden sonra, dosyayla ilgili olarak basit yargılama usulünün uygulanıp uygulanmayacağını değerlendirir. Hakim, basit yargılamanın uygulanmasına ilişkin takdir yetkisini, dosya içeriğinde yer alan bilgilerden hareketle sanığın suçu işlediği veya işlemediği hususundaki vicdani kanaatine dayanarak kullanacaktır.

Mahkeme, dosya içeriğine baktığında, mevcut deliller ışığında vicdani kanaate ulaşırsa basit yargılama usulünü uygulamaya karar verebilecektir. Aksi durumda ise dosyadaki mevcut deliller itibariyle vicdani kanaat oluşmadığında, delillerin duruşmada açıkça tartışılması gerektiğinden basit yargılama yoluna gidilmeyecektir.

B-) Basit yargılama usulünün uygulanmasına tensiple karar verilmesi,

Savcı iddianamede olayı basit yargılama usulü dışında kalan bir suç olarak değerlendirmiş dahi olsa asliye ceza mahkemesi bu nitelendirmenin hatalı olduğunu, suçun bu usulün kapsamına girdiğini belirleyerek, davanın bu yolla görülmesine tensip ile karar verebilir. Hakim, bu durumda iddianameye bağlı değildir.

C-) İddianamenin sanık, mağdur ve şikayetçiye tebliğ edilmesi ile beyan ve savunmalarını 15 gün içinde yazılı olarak bildirmelerinin istenmesi,

Mahkeme taraflara 15 (on beş) günlük süre verildiğini ve bu süre içinde beyanlarını, savunmalarını ve varsa  sunmak istedikleri delilleri mahkemeye sunmalarını istemektedir. Tebligatı alan sanık, mağdur veya şikayetçiden beyanda bulunmaları beklenir ancak ilgililerin beyanda bulunmamış olmaları muhakemeyi etkilemez.

Tebligatta, öngörülen süre içinde beyan ve savunma sunulmasa dahi duruşma yapılmaksızın hüküm verilebileceğinin belirtilmesi gereklidir. Ancak mahkeme taraflara bunu bildirmiş olmasına rağmen, gerek görürse her zaman duruşma yapmak yetkisine sahiptir.

D-) Toplanması gereken belgelerin ilgili kurum ve kuruluşlardan celbi,

Mahkeme, kendiliğinden, basit yargılama usulü uygulanacak dosyaya eklenmesi gereken bilgi ve belgeleri, ilgili kurum ve kuruluşlardan talep eder.

E-) Beyan ve savunma için verilen süre dolduktan sonra mahkemece duruşma yapılmaksızın ve Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaksızın karar verilmesi,

Basit yargılama sonucunda verilen kararın hukuki etkisi, sanık veya diğer ilgililerin bu karara karşı gelmemelerine bağlıdır. Şayet ilgililer karara itiraz eder ise süreç devam edecektir. Basit yargılama usulüne göre verilebilecek kararlardan biri de mahkumiyettir. Mahkumiyet kararı verildiği takdirde sonuç ceza dörtte bir oranında indirilecektir.

 F-) Verilen karar sonrası itiraz eden taraf olmadığı takdirde kararın kesinleşmesi,

Süresi içinde itiraz edilmeyen kararlar kesinleşir.

III-) ŞARTLARI

Basit yargılama usulünün şartlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

  1. Kovuşturmaya geçilmiş olması: İddianame kabul edildikten sonra duruşma yapılmaksızın hakim tarafından tensiple karar verilmektedir.
  2. Uyuşmazlığın asliye ceza mahkemesinin görev alanında bulunması: Bu usul (basit yargılama) -ağır ceza mahkemelerinde 2 yıl üst sınırı olan hapis veya adli para cezası öngörülen suçlar bulunmadığından- asliye ceza mahkemesinin yetkisine giren suçlar bakımından söz konusudur. Ancak bu koşul sağlansa dahi basit yargılama usulüne karar verilmeyebilir.
  3. Muhakeme konusu fiilin oluşturduğu suçun basit yargılama usulüne tabi olması: Mahkeme her aşamada bu usulün uygulanmasından vazgeçebilecektir. Örneğin, sonradan elde edilen deliller ışığında suçun daha ağır bir cezayı gerektirecek şekilde değişiklik göstermesi durumunda basit yargılamadan vazgeçilmesi gerekmektedir.
  4. Mahkemenin dosya içeriğinden vicdani kanaate ulaşması: Dosyaya sunulan deliller olayı açıkça aydınlatmış olmalı, mahkeme vicdani kanaatinin oluşması için ayrıca delil sunulmasına ihtiyaç duymamalıdır. Özellikle suçun manevi unsuru bakımından suçun işlendiğine yönelik şüphelerin ancak sanığın, mağdurun ve tanıkların mahkemede dinlenmesi suretiyle aydınlatılabileceği görülüyorsa, bu usulün seçilmesi uygun olmayacaktır.
  5. Suçun basit yargılama usulüne tabi olmayan bir başka suçla birlikte işlenmemiş olması: Bu durumda basit yargılama usulünün kapsamına giren suçun da diğer suç ile birlikte genel hükümlere tabi tutulması zorunludur.
  6. Suçun takibinin izne veya talebe bağlı olmaması: Basit yargılama usulünün uygulanabilmesi bakımından, yargılama konusu fiilin oluşturduğu suçun takibinin izne ya da şikayete tabi olmaması aranmıştır. Yargılama sırasında suçun takibinin şarta bağlı olduğu ve bu şartın gerçekleşme ihtimalinin bulunmadığı anlaşıldığında, muhakeme “düşme” kararı ile sona erecektir.
  7. Sanıkta yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ya da “sağır ve dilsizlik” hallerinden herhangi birinin bulunmaması: Sanık 18 yaşından küçük, ayırt etme gücünden yoksun ya da “sağır ve dilsiz” ise basit yargılama usulü uygulanamaz.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI (HAGB)

Diyelim ki hakkınızda bir kamu/ceza davası açıldı ve mahkemece -duruşmada değerlendirilen deliller sonucunda- “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (hagb)” karar verildi. Bu ne anlama geliyor? Açıklamaya çalışalım:

I-) HAGB NEDİR?

Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir (Ceza Muhakemesi Kanunu m. 231/5 birinci cümle). Yani hükmün açıklanmasının geri bırakılması; ortada bir mahkumiyet hükmü olduğunu fakat bu hükmün -belli şartlar altında- sanık açısından sonuç doğurmayacağını/açıklanmayacağını ifade eder.

II-) HAGB’NİN ŞARTLARI NELERDİR?

Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına kararı verilebilmesi için birkaç şartın bir arada bulunması gerekmektedir.

A-) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olmamış bulunması (CMK m. 231/6-a)

Bu fıkrayı biraz açmak ve parçalara ayırıp incelemek gerekir.

İlk dikkat edilmesi gereken, “daha önce” ifadesidir. Yani “HAGB” kararı verilirken, o tarihten önce mevcut olan bir “kesin hüküm” olup olmadığına bakılacaktır.

İkinci ifade, “kasıtlı bir suç” ifadesidir. Yani -önceden- hakkında kesin mahkumiyet kararı verilmiş olan sanığın işlediği suç, “kasıtla” işlenmiş olmalıdır. Dolayısıyla taksirle işlenen (kasıt bulunmayan) bir suçun varlığı halinde de “HAGB” kararı verilebilecektir.

Üçüncü ve son ifade, “mahkum olmamış bulunması” ifadesidir. Ceza hukuku teorisi ve pratiği açısından bir kişinin “mahkum olması” demek, kişi hakkında verilmiş bir mahkumiyet hükmü olmasını ve bu hükmün kanun yollarından (istinaf, temyiz) geçerek, kesinleşmiş olmasını ifade eder. Yani -açık bir davası olsa da- “kesin hükmü” bulunmayan bir sanık hakkında “HAGB” kararı verilebilir.

B-) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması (CMK m. 231/6-b)

Maddenin bu fıkrası, lafzı (sözü) gereği açıklanmaya pek de ihtiyaç duymamaktadır. Bu hususta yerleşmiş uygulamayı ve kıstasları aşağıda sunacağımız yüksek mahkeme kararları doğrultusunda inceleyeceğiz.

C-) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın; aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi (CMK m. 231/6-c)

Bu fıkraya göre “HAGB” kararı verilebilmesi için sanığın birtakım yükümlülükleri yerine getirmiş olması gerekir. Mağdurun zararını gidermek, kamu zararını karşılamak ya da durumu eski haline getirmek bunlardan birkaçıdır.

“Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler hâlinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir.” (m. 231/9)

III-) DİĞER HUSUSLAR

“Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkum olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez.” (m. 231/7)

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi hâlinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;

a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması hâlinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine,

b) Bir meslek veya sanat sahibi olması hâlinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,

c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,

karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.” (m. 231/8)

“Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.” (m. 231/10)

“Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması hâlinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı hâlinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir. Açıklanan veya yeni kurulan hükme itiraz edilebilir. İtiraz mercii ancak bu fıkradaki koşullarla sınırlı olarak bir değerlendirme yapabilir.” (m. 231/11)

“272 nci maddenin üçüncü fıkrası hükümleri saklı kalmak üzere, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi tarafından verilen kararlar hakkında 286 ncı madde hükümleri uygulanır. 272 nci maddenin üçüncü fıkrası hükümleri saklı kalmak üzere, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının ilk derece mahkemesi sıfatıyla bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay tarafından verilmesi hâlinde temyiz yoluna gidilebilir. İstinaf ve temyiz yolunda karar ve hüküm, usul ve esasa ilişkin hukuka aykırılıklar yönünden incelenir.” (m. 231/12)

“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi hâlinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir.” (m. 231/13)

“Bu maddenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümleri, Anayasanın 174 üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlarla ilgili olarak uygulanmaz.” (m. 231/14)

IV-) YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

  • “…Henüz hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları kesinleşmeden dava zamanaşımın gerçekleştiği ve diğer taraftan sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerektiğine yönelik sanıklar müdafisi tarafından yapılan itiraz başvurusu üzerine itiraz mercisince incelemeye öncelikle zamanaşımı hususunun değerlendirilmesiyle başlanması, zamanaşımının gerçekleşmediğinin anlaşılması hâlinde ise esas bakmından sanıklara atılı suçun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının değerlendirilmesi, ihtiyaç duyulan hususlarda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması ya da bunların yapılmasının sağlanması ve bunun sonucunda da sanıkların eyleminin suç olup olmadığı, suç nitelendirmesinin doğru yapılıp yapılmadığı, mevcut delillerin mahkûmiyete yeterli nitelikte bulunup bulunmadığı, eksik inceleme sonucu karar verilip verilmediği, hükmedilen hapis ve/veya adli para cezası yanında, uygulanmasına karar verilen güvenlik tedbirleri, vekâlet ücreti vb. hususlarda Yerel Mahkeme kararının isabetli olup olmadığının karara bağlanması gerekmektedir. İtiraz mercisince, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın, CMK’nın 231. maddenin 6. fıkrasında yer alan suça ve sanığa ilişkin objektif uygulama koşullarının var olup olmadığı ile sınırlı olarak yapılması durumunda hak arama özgürlüğü ile AİHS’nin 13. maddesindeki etkili başvuru hakkının ihlal edilebileceği ve ayrıca ceza muhakemesi hukukunun maddi gerçeğe ulaşma amacıyla da bağdaşmayan sonuçlara neden olabileceği göz önüne alındığında itiraz mercisinin CMK’nın 231. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının bulunup bulunmadığına dair yapılacak şekli denetim dışında esas bakımından da (suçun sübutu, nitelendirilmesi vb. konularda) değerlendirme yapması ve açıklanmayan hükmün içeriğindeki hukuka aykırılıkları denetlemesi, bu bağlamda Özel Dairece, kanun yararına bozma talebinin kabulüne karar verilmesi gerektiği kabul edilmelidir…” (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, K. 2022/98)
  • “…Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.03.2012 gün 842-100;10.04.2012 gün 479-145 ve 08.05.2012 gün 449-186 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere; sanığın mağdura yönelik eylemi neticesinde basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasına neden olduğu; bununla ilgili katılan tarafından sarfedilen en azından hastaneye gidiş geliş masraflarının ödenmesi yönünde herhangi bir girişimde bulunulmadığı gibi şikayetçilerin şikayetinin devam edip sanıklar tarafından zararlarının giderildiğine dair dosya kapsamında bilgi ve belge bulunmadığı, bu nedenle sanıklar hakkında 5271 sayılı CMK’nin 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarından olduğu kabul edilen suçun işlenmesiyle mağdurun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi şartının yerine getirilmediği anlaşılmaktadır…” (Yargıtay 3. Ceza Dairesi, K. 2018/10131)
  • “…5271 sayılı CMK’nin 231/5. maddesi uyarınca 2 yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına ilişkin mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olmamış bulunması; mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması; sanığın kabul etmesi ve suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekmektedir. İncelenen dosyada sanığa yüklenen “resmi belgede sahtecilik” suçu nedeniyle meydana gelen somut bir zarar bulunmadığı ve kanaat oluşması nedeniyle cezasının ertelendiği de dikkate alınarak; sabıkası bulunmayan sanığın hukuksal durumunun belirtilen yasal ölçütlere göre değerlendirilerek hakkında verilecek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul edip etmediğinin sorulması gerektiği gözetilmeden, ‘‘talep etmediğinden’’ şeklindeki yasal olmayan gerekçeyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi, bozma nedenidir…” (Yargıtay 11. Ceza Dairesi, K. 2018/7970)

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453