İNTERNET ORTAMINDA ÖZEL HAYATIN KORUNMASI

İnternetin kullanımı internete erişim sağlayan aletlerin çeşitlerinin ve sayılarının artması ve maliyetlerin azalması neticesinde artış göstermiştir. Kişiler sosyal medya sayesinde kendilerine ve çevrelerine ait ses, görüntü ve öyküleri paylaşmaya, başka kişilerin paylaştığı bu verilere anında ulaşmaya başlamıştır. Bu kullanıcı ve paylaşılan veri artışına paralel olarak internet ortamındaki hak ihlalleri de artmıştır. Bu yazımızda kişilerin internet ortamında özel hayatlarını nasıl koruyabilecekleri hususu üzerinde duracağız.

I-) KİŞİNİN YAŞAM ALANLARI VE ÖZEL HAYAT NELERDİR

A-) KİŞİNİN YAŞAM ALANALARI

Kişi yaşam alanlarını, sınırları kişilerce belirlenen üç başlık altında incelemek mümkündür:

1- Kamuya Açık Alan: Herkes tarafından bilinen olaylardan oluşan alandır.

2- Özel Alan: Kişinin herkes tarafından değil sadece sınırlı bir grup kişi tarafından bilinmesini istediği olayların oluşturduğu alandır.

3- Gizli Alan: Kişinin sadece açıkladığı kişilerce bilinmesini arzuladığı olaylar gizli alanı oluşturur.

 

B-) ÖZEL HAYAT

 

Özel hayat kavramının, üzerinde birlik sağlanan bir tanımı bulunmamaktadır. Bu kavramın oldukça geniş bir kapsamı olması ve ortaya çıkan teknolojik ve sosyolojik yeni koşullara göre değişmesi tanım yapmayı zorlaştırmaktadır. Bu kavramı tanımlamaktaki bir diğer zorluk ise kavramın; medeni hukuk, ceza hukuku, anayasa ve insan hakları hukuku alanlarında farklı açılardan ele alınmasıdır.

Özel hayatın kapsamını belirlemede yaşam alanına ilişkin yukarıdaki başlıkta açıklanan ayrımdan yararlanılmaktadır. Kamusal yaşam alanın, özel hayat kapsamına girmediği; özel ve gizli alanın ise kişilik hakkına dahil olduğu ve korunması gerektiği belirtilmektedir. Ancak bir olayın kamuya açık alanda olup olmadığın belirlenmesi her zaman kolay olmamaktadır. Zira kişinin kamusal yerlerde yaşadığı her olayın kamuya açık alana gireceği kabul edilmemektedir. Bu belirleme, her olayda kişiye ve duruma göre inceleme yaparak gerçekleştirilmelidir.

 

II-) KİMLER İNTERNETTE ÖZEL HAYATIN KORUNMASI İÇİN BAŞVURU YAPABİLİR.

 

İnternet ortamında özel hayatı ihlal edilen kişiler özel hayatlarının korunması için hukuki yollara başvurabilir. Yukarıda açıklandığı üzere özel hayatın ihlal edilip edilmediği somut olaya ve konu kişiye göre değerlendirilmektedir. Örneklendirmek gerekirse:

Kişinin e-posta adresi, özel hayat alanına dahil olup kişilik hakkı ile korunan değerlerindendir. Kişinin izni olmaksızın e-maillerinin okunması, e-mail bilgilerinin paylaşılması; kişilerin özel hayatlarına ilişkin sır niteliğindeki bilgilerinin, mahrem fotoğraflarının, ses kayıtlarının e-posta içeriğinin veya eklerin başkalarına iletilmesi özel hayatın gizliliğinin ihlalini oluşturmaktadır. Spam, alıcı tarafından talep edilmeyen, aynı anda birçok kişiye gönderilen, zarar verici ve çoğunlukla reklam içerikli e-maillerdir. Bu e-maillerin gönderilebilmesi için kişilerin e-mail adresleri çeşitli yöntemlerle ele geçirilmekte ve bu şekilde özel hayatın gizliliği ihlal edilmektedir.

Web sitesinde kişinin videolarının ya da fotoğraflarının rızası dışında yayınlanması, kişisel bilgilerinin ifşa edilmesi, sırlarının açıklanmasıyla da internet ortamında özel hayatın gizliliği ihlal edilebilir. Kişilerin gerçek isimlerinden farklı kullanıcı adı alabildiği alanlarda özellikle bu şekilde kişilik haklarının ihlali oldukça sık yaşanmaktadır. Ayrıca daha etkili reklam yapılabilmesi amacıyla internet ortamındaki kullanıcıların kişisel verilerine ulaşılarak toplanması da ihlal oluşturan bir diğer durumdur.

 

III-) İLGİLİ MEVZUAT HÜKÜMLERİ NELERDİR ?

 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinde düzenlenmiş olan “özel yaşam ve aile yaşamına saygı hakkı”nın karşılığı niteliğinde olan “özel hayatın gizliliği” hakkı Anayasa’nın 20. maddesinde “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz…” şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’da veyahut Anayasa Mahkemesi kararlarında özel hayatın ne olduğuna ilişkin bir tanım yapılmamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu maddenin bireyin kendisiyle ilgili bilgileri kontrol edebilmesini de kapsayan bir mahremiyet hakkı niteliğinde olduğunu belirtmiştir.

2010 yılındaki Anayasa değişikliği ile 20. maddeye eklenen 3. fıkrayla kişisel verilerin korunması hakkı Anayasa’da açıkça tanınmıştır. Bu şekilde kişinin, kişisel verilerinin silinmesi talep etme hakkı anayasal bir düzenlemeye kavuşmuştur. Hem bu madde hem de 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’ndaki düzenlemeler kişilerin kişisel verilerinin ve dolayısıyla özel hayatlarının internet ortamında korunması amaca hizmet etmektedir.

 

IV-) İNTERNET ORTAMINDA ÖZEL HAYATIN KORUNMASI İÇİN HANGİ BAŞVURULAR YAPILABİLİR ?

 

Özel hayatın gizliliği, kişilik hakkının unsurlarından birisi olduğu için kişilik haklarını koruyan Türk Medeni Kanunu düzenlemelerinden yararlanmak mümkündür. İnternet ortamında özel hayatının gizliliği ihlal edilen kişi, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunabilecek, sorumluluk ve önleme davaları açabilecektir.

Özel hayatın gizliliğine karşı müdahaleler haksız fiil olarak nitelendirilmekte olduğundan Türk Borçlar Kanunu ilgili hükümlerinin de uygulama alanı bulması ve kişinin bu hükümlere dayanarak tazminat talep etmesi de mümkündür.

İnternet ortamında kişisel verileri kanuna veya rızasına aykırı olarak işlenen kişi, özel hayatına yapılan bu müdahaleye karşı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nda düzenlenen haklarını kullanabilmektedir. Kişinin talebi üzerine veya re’sen yapılması gereken eylem ve işlemler yapılarak kişinin kişisel verilerinin korunmadığı durumlarda Kanun’un 10. maddesinde düzenlenen idari para cezaları ve 17. maddesinin atfı ile Türk Ceza Kanunu düzenlemeleri uyarınca hapis cezaları gündeme gelecektir. Özel hayatın gizliliğine ilişkin Türk Ceza Kanundaki düzenlemeler bunlarla sınırlı değildir. Türk Ceza Kanunu’nun dokuzuncu bölümünde “Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar” düzenlenmiştir. İnternet ortamında gerçekleşen eylem aynı zamandan bu bölümdeki suçların şartlarını karşılıyor ise Türk Ceza Kanunu’nun ilgili hükümleri de uygulama alanı bulacaktır.

İnternet ortamında özel hayatın korunması için sıklıkla tercih edilen yöntemlerden biri erişimin engellenmesidir. Erişim engellemeyi sürecine, kullanılan tekniğe ve süresine göre farklı ayrımlarla incelemek mümkündür. Sürecine göre, uyar-kaldır veya doğrudan engelleme yöntemi olarak ikiye ayrılmaktadır: uyar-kaldır yönteminde, doğrudan engelleme yönteminden farklı olarak öncelikle içeriğin kaldırılması için uyarı yapılmaktadır. Süresine göre ise, erişimin geçici veya kalıcı olarak engellenmesi mümkündür. Erişimin engellenmesi konusunda birçok farklı teknik kullanılmaktadır. Bu tekniklerden en çok kullanılanları IP bazlı, DNS, URL engellemeleridir. (Ayrıntılı bilgi için erişimin engellenmesi kararının nasıl alındığını açıklayan yazımıza bakabilirsiniz.)

 

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453


VAKIFLARDA AMAÇ

Toplumlardaki ahlaki, dini veya sosyal anlayıştan kaynağını alan Roma’da, Yunan’da ve eski Türk toplumlarında da görülen vakıfların varlığı oldukça eskiye dayanmaktadır. Vakıfların kuruluşu ve devamındaki işlemlere dair konular Ülkemizde günümüzde de önemini koruduğundan bu yazımızda hangi amaçlarla vakıf kurulabileceği incelenmiştir. Zira amaç vakfın temel bir unsurudur ve vakıf senetlerinin amaç kısmının yasal düzenlemeler ve Yargıtay kararlarını gözetmeden düzenlenmesi durumunda vakfın tescil talebi reddedilmektedir.

I-) VAKFIN AMACINA İLİŞKİN YASAL DÜZENLEMELER NELERDİR?

Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 101/f.1 “Vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.” şeklinde vakıfları tanımlamıştır. Bu tanım uyarınca vakfın varlığı için bir malvarlığı değeri olması, bu malvarlığı değerinin bir amaca özgülenmiş olması ve tüzel kişiliğin bulunması gerekmektedir.

Vakfın amacının, vakfın bir şartı ve tüzel kişiliğinin ruhu olduğun belirtilmektedir. Vakfedenin iradesinin anlaşılması ve vakıf faaliyetlerinin doğrultusunun belirlenmesi için zorunlu olan amacın temel unsur olduğu TMK m.106 “Vakıf senedinde vakfın adı, amacı, bu amaca özgülenen mal ve haklar, vakfın örgütlenme ve yönetim şekli ile yerleşim yeri gösterilir” ve m.107/f.1 “Vakıf senedinde vakfın amacı ile bu amaca özgülenen mal ve haklar yeterince belirlenmiş ise, diğer noksanlıklar vakfın tüzel kişilik kazanması için yapılan başvurunun reddini gerektirmez” şeklindeki hükümlerden anlaşılmaktadır.

Vakıflarının amaçlarının çoğunlukla kamu yararına hizmet edecek nitelikte olduğu görülmektedir. Ancak amacın bu şekilde olması yasada belirlenen bir şart değildir. Vakfeden, yazının devamında belirteceğimiz niteliklere uygun olmak kaydıyla vakfın amacını dilediği şekilde belirleyebilir.

II-) VAKFIN AMACI BELİRLENİRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

A-) Belirli Olması

Vakıf malvarlığının tahsis edildiği amacın vakfın senedinde kesin ve ayrıntılı olarak belirtilmesi gerekmemektedir. Ancak amacın yeterli açıklıkta belirtilmesi şarttır. Yeterli bir belirleme yapılmamış genel, karışık veya anlamsız bir amaç için vakıf kurulamaz.

Vakfın amacı tek bir amaç olabileceği gibi birbiriyle bağlantısı olan veya olmayan, birbirini izleyen birden fazla amaç da olabilir.

Vakfın amacının belirli olması, kuruluş aşamasında amacın vakfın tescili için yasal şartları taşıyıp taşımadığının, vakfa özgülenen mal varlığının ve hakların bu amacın gerçekleştirilebilmesi için yeterli olup olmadığının, vakfın kuruluşundan sonraki dönemde ise durum ve koşullardaki değişmeler uyarınca vakfın amacının imkansızlaşıp imkansızlaşmadığının, bu amaca bağlı kalınmasının vakfedenin arzusuna aykırılık teşkil edecek hale gelip gelmediğinin, koşulların ve yükümlülüklerin amacın gerçekleşmesini önemli ölçüde güçleştiren veya engelleyen nitelikte olup olmadığının değerlendirilebilmesini sağlayan işlevleri vardır.

B-) Sürekli Olması

Vakfın amacının sürekli olması gerekmektedir. Süreklilik şartı ebedilik olarak anlaşılmamalıdır. Amacın, vakıf mallarının bir süre vakıfta kalmasını gerektirecek nitelikte olması yeterlidir.

C-) İmkansız Olmaması

Vakfın amacının başta imkansız olması halinde vakıf meydana gelmez. Amacın gerçekleşmesi sonradan olanaksız olmuş ve değiştirilmesi de mümkün değil ise TMK m.116/f.1 uyarınca vakıf kendiliğinden sona ermektedir.

Vakfın amacının kuruluşta sahip olduğu anlamı kaybetmiş olması ile imkansız olması farklıdır. Vakfın amacı imkansız hale gelmemiş ancak değişen koşullar içerisinde vakfedenin iradesine aykırı hale gelmiş ise bu durumda vakıf kendiliğinden sona ermez. TMK m.113/f.1 uyarınca vakfın yönetim organı veya denetim makamının başvurusu üzerine diğerinin yazılı görüşünü aldıktan sonra vakfın amacınının değiştirmesi söz konusu olur.

Bir diğer ihtimal ise vakıf amacının imkansız hale gelmemesi ancak amacın gerçekleşmesini önemli ölçüde güçleştiren veya engelleyen şartların ve yükümlülüklerin bulunması halidir. Bu durumda da vakıf kendiliğinden sona ermemektedir. Bu şartların kaldırılmasında veya değiştirilmesinde de TMK m.113/f.2 uyarınca TMK m.113/f.1 hükmü uygulanacaktır.

D-) Kanuna, Ahlaka ve Ulusal Çıkarlara Aykırı Olmaması

Hukuki işlemler için geçerli olan sınırlamanın vakıflar için de geçerli olması uyarınca amacı kanuna ve ahlaka aykırı vakıf kurulamaz. TMK m.101/f.4 “Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.” şeklindeki hükümde de açıkça vakıf amacının sahip olması gereken olumsuz nitelik düzenlenmiştir.

 

III-) Ticari İşletme İşletmek Amacıyla Vakıf Kurulup Kurulamayacağı Sorunu

5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun m.26 hükmü “Vakıflar; amacını gerçekleştirmeye yardımcı olmak ve vakfa gelir temin etmek amacıyla, Genel Müdürlüğe bilgi vermek şartıyla iktisadî işletme ve şirket kurabilir, kurulmuş şirketlere ortak olabilirler. Şirketler dahil iktisadî işletmelerden elde edilen gelirler vakfın amacından başka bir amaca tahsis edilemez..” şeklinde vakıfların iktisadi işletme kurabileceğini veya kurulmuş şirketlere ortak olabileceğini düzenlemiştir.

Vakfın amacının gerçekleştirilmesi, faaliyetlerinin devamlılığının sağlanabilmesi veya malvarlığının korunabilmesi için ticari işletme işletmesi gerekli olabilir. Vakıfların, amaçlarını gerçekleştirmek için ticari faaliyette bulunması mümkündür. Ancak vakfın işlettiği işletmenin geliri sadece vakfın amacına tahsis edilebilir.

Kar amacıyla kurulmuş bir ticari işletmenin devamlılığını sağlamak amacıyla vakıf kurup kuramayacağı ise tartışmalıdır. Bir görüşe göre iktisadi ve ticari işetme işletmek vakıfla bağdaştırılamayacak bir amaç değildir. Bu görüş uyarınca işletmelerin, aile şirketlerinin miras yoluyla nesilden nesile intikal ederken küçülmesinin ve dağılmasının engellemesi yahut birden fazla işletmenin işletilebilmesi amacıyla vakıf kurulabilir ve ülkemizde de bu şekilde vakıf kurulabilmesi için Vakıflar Kanunu’nda bu yönde düzenleme yapılması gerekmektedir. Bir diğer görüş ise tüzel kişiler için sınırlı sayı ve tipe bağlılık ilkelerinin geçerli olduğunu, hukukumuzda mal topluluğu niteliğinde kazanç paylaşma amacına yönelik bir tüzel kişi tipi düzenlenmemiş olması ve vakıfların sosyal işlevi uyarınca vakıfların ticari işletme işletmek amacıyla kurulmasının mümkün olmadığını savunmaktadır.

IV-) İLGİLİ YARGITAY KARARLARI

Yargıtay 6. HD., E. 1974/3559 K. 1974/3755 T. 16.09.1974 sayılı kararı:

 “Vakıf, başlı başına mevcudiyeti haiz olmak üzere, bir malın belli bir gayeye tahsisidir. Gaye ise, vakfın gelecek bütün zamanlara şamil olmak üzere düşünülen hukuki faaliyetini gösterir. Mezkür belgede, vakfın esaslı bir unsuru olan devamlı bir gaye belirtilmemiştir. Aksine, evdeki hissem satılarak bedelinin caminin onarım, mefruşat ve bakımına sarfedilmesini vasiyet ediyorum denmekle bir defa için yapılması arzolunan hukuki muameleye işaret edilmiş ve vakıf kavramına uygun bir tahsisde yapılmamıştır.”

Yargıtay 18. HD., E. 2005/1467 K. 2005/3270 T. 5.4.2005 sayılı kararı:

“…tescili istenen “F1 Vakfı” nın kuruluş senedinde yazılı olan amaç, gösterilen örneklerden farklı olup, münhasıran Yedinci Gün Adventist cemaatine mensup kişileri destekler niteliktedir. Yukarıda belirtildiği üzere, senedin “Vakfın Amacı” başlığını taşıyan 3.maddesinde Yedinci Gün Adventist inancına mensup olan Türk vatandaşlarının ve Türkiye’de ikamet eden veya Türkiye’de geçici olarak bulunan aynı inançtaki yabancıların dini ihtiyaçlarını karşılamaktır. Denilmek suretiyle vakfın amacının belli bir cemaati (münhasıran Yedinci Gün Adventist inancında olan kişileri) desteklemek olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Türk Medeni Kanununun 101. maddesinin dördüncü fıkrası ile Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulan Vakıflar Hakkında Tüzüğün 6. maddesi hükmünce bir vakfın tesciline karar verilebilmesi için, bu maddelerde belirtilen yasaklayıcı unsurlardan hiç birinin gerçekleşmemiş olması açık ve kesin bir zorunluluk olup, kamu düzeni ve kamu yararını gözeterek düzenlenmiş bulunan bu hükümler buyurucu niteliktedir. O halde, belli bir cemaat ve inanç mensuplarını desteklemek amacı ile kurulmuş olduğu anlaşılan vakfın tescili isteminin mahkemece reddinde bir isabetsizlik yoktur.”

Yargıtay 18. HD., E. 2004/1311 K. 2004/3218 T. 20.04.2004 sayılı kararı:

Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum ve konjonktür itibariyle belirtilen amaçların gerçekleştirilmesinin büyük paraların sarfını gerektirir nitelikte olduğu denetim makamı müfettişlerince düzenlenen raporda vakfın mevcut mal varlığının ve gelirlerinin bu amaçların gerçekleşmesi için yeterli olmadığı vakfın mal ve gelirinin artırılması için herhangi bir faaliyette bulunulmadığı yolundaki tespitler de dikkate alındığında vakfın amaçlarının gerçekleşmesinin olanaksız hale geldiği ve değiştirilmesine de olanak bulunmadığı anlaşıldığından, vakfın mevcut mal varlığı da saptanarak Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulan Vakıflar Hakkında Tüzük’ün 33. ve vakıf senedinin 18. maddeleri de gözetilerek davanın kabulü ile vakfın dağılmasına karar verilmesi gerekirken, yerinde bulunmayan gerekçelerle ve yetersiz bilirkişi raporlarına göre davanın reddi doğru görülmemiştir.”

 

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453


BEYAZ KOD

Ülkemizde sağlık çalışanlarına karşı şiddet vakaları sıklıkla görülebilmektedir. Bu vakaların önlenmesi, olaya hızlı müdahale edilmesi ve olayların kayıt altına alınmasının sağlanması amacıyla Beyaz Kod uygulaması getirilmiştir.

I-) BEYAZ KOD NEDİR?

Sağlık çalışanlarının, hasta veya hasta yakını tarafından hizmet sunumundan kaynaklanan şiddete, tehdide veya diğer suçlara maruz kaldıkları durumlarda olay yerine güvenlik görevlilerinin en hızlı şekilde intikal etmesi için verilen bir alarm, bildirim sistemidir. Beyaz Kod’un temel amacı, sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti önlemek ve sağlık çalışanlarının güvenliğini sağlamaktır.

Sağlık çalışanlarının hizmet sunumundan kaynaklanmayan şiddet, tehdit veya diğer saldırılar ise hastanede ve mesai saatinde gerçekleşmiş olsa dahi Beyaz Kod kapsamında değildir.

II-) BEYAZ KOD NASIL VERİLİR?

Hastane içinde bulunan herhangi bir dahili hattan 1111’i arayarak, 113 Beyaz Kod Çağrı Merkezi‘ni arayarak veya www.beyazkod.saglik.gov.tr adresindeki formu doldurarak Beyaz Kod verilebilir.

III-) BEYAZ KOD VEREN HEKİM KARAKOLDA İFADE VERMEK ZORUNDA MI?

Beyaz Kod veren hekim, ifadesinin görev yerinde alınmasını talep etme hakkına sahiptir. Hekimlerin karakola ifade vermek için gitmesi ve bu nedenle görev yerlerinden ayrılması görevin aksamasına sebebiyet verecektir. Bu nedenle hekim, kendisini karakola ifadeye çağıran polise durumu izah ederek ifadesinin görev yerinde alınmasını talep edebilir.

IV-) BEYAZ KOD VEREN HEKİM ŞİKAYETÇİ OLMAK ZORUNDA MI?

Hekime karşı hizmet sunumundan kaynaklanan bir suç işlendiğinde hekim şikayetçi olmasa dahi hastane olayın adli bildirimini yapmalıdır. Bu bildirim üzerine adli süreç başlamakta, ayrıca hekimin şikayetçi olması gerekmemektedir.

V-) BEYAZ KOD VEREN HEKİM DURUŞMAYA GİTMEK ZORUNDA MI?

Beyaz Kod’a konu olayı yaşayan hekimin duruşmaya katılması yargılamaya katkı sağlayacaktır. Hekimin çağrıldığı duruşmaya katılmaması halinde hakim, hekimin bir sonraki duruşmaya zorla getirilmesine karar verebilir.

VI-) BEYAZ KOD VEREN HEKİM BU SÜREÇTE HANGİ HUKUKİ YARDIMLARDAN YARARLANABİLİR?

İdare tarafından yetkilendirilmiş avukatlar ayrıca hekimin vekaletnamesine gerek olmaksızın hekimin vekilliğini yapabilmektedir. Bu nedenle hekimin noterde vekaletname düzenlettirmesi gerekmemektedir. Ayrıca hekim bu hukuki yardım için ücret ödememektedir. Adli süreç devam ederken hekimin şikayetini geri alması halinde hekime verilen hukuki yardım sona erer.

Hekim isterse başka bir avukata vekaletname vererek süreci bu avukatın takip etmesini sağlayabilir. Bu avukatın ücretini ise hekimin ödemesi gerekmektedir.

 

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453


MİRASÇI ATAMA NEDİR?

Mirasbırakan sağlığında yapacağı vasiyetname veya miras sözleşmesiyle mirasının bir bölümünü veya mirasındaki belirli bir malı birine veya birilerine bırakabilmektedir. Ancak kişilerin bir avukata danışmadan yaptıkları bu ölüme bağlı tasarruf işlemlerinin genellikle iptal edildiği görülmektedir. Nitekim ölüme bağlı tasarruflar, bazı noktalardan birbirine benzediğinden kişiler bu alandaki hukuki kurumları ve terimleri sıklıkla karıştırmaktadır. Bu ise kişinin arzusundan çok daha farklı bir sonuca varılmasına ya da işlemin iptal edilmesine neden olmaktadır. Mirasçı atama işlemi yazımızda incelenerek bu işlem yapılırken nelere dikkat edilmesi gerektiği belirtilmiştir.

I-) MİRASÇI ATAMA NEDİR?

Mirasçı atama Türk Medeni Kanunu’nun m.516 hükmünde “Mirasbırakan, mirasının tamamı veya belli bir oranı için bir veya birden çok kişiyi mirasçı atayabilir. Bir kişinin, mirasın tamamını veya belli bir oranını almasını içeren her tasarruf, mirasçı atanması sayılır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Mirasçı atama, mirasbırakanın mirasının belli bir oranını küllen birine veya birilerine kazandırmasıdır. Lehine kazandırma yapılan bu kişilere atanmış mirasçı denmektedir. Atanan mirasçılar mirasbırakana külli halef olur. Külli halefiyet, mirasın borçları da kapsayacak şekilde tümüyle mirasçıya veya mirasçılara geçmesidir. Mirasbırakanın vefatı üzerine başka hiçbir işleme gerek olmaksızın atanan mirasçının payı oranındaki miras, bir bütün halinde atanmış mirasçıya geçmektedir.

II-) KİMLER MİRASÇI ATAMA İŞLEMİNİ YAPABİLİR?

Gerçek kişiler mirasçı atama işlemi yapabilirken tüzel kişiler mirasçı atama işlemi yapamaz. Kişi, ölümüyle mirasbırakan sıfatını kazanır. Mirasbırakan, ölümünün gerçekleşmesiyle mirası mirasçılara geçen gerçek kişi anlamına gelir ve günlük hayatta daha sık kullanılan muris ve müteveffa terimleri ile aynı anlamdadır.

III-) MİRASÇI ATAMA NASIL YAPILABİLİR?

Mirasçı atama vasiyetnameyle veya miras sözleşmesiyle yapılabilmektedir. Vasiyet, resmî şekilde veya el yazılı yahut sözlü olarak yapılabilir. Ölüme bağlı yapılan bu işlemlerin şekil şartları vardır. Bu şartların eksik olması nedeniyle vasiyetnameler ve miras sözleşmeleri sıklıkla iptal edilmektedir. Vasiyetname ve miras sözleşmesinin şekil şartları hakkında daha fazla bilgi için bu konudaki yazılarımıza bakabilirsiniz.

Ayrıca vasiyetnamenin veya miras sözleşmesinin içeriği de oldukça önemlidir. Nitekim içerik yani yazılan beyanlar da bazen işlemin iptal edilmesine bazen ise farklı yorumlanmasına sebep olmaktadır. Bu durumda mirasbırakanın mirası hiç arzu etmediği şekilde paylaştırılabilir. Bu nedenle yapılan işlemlerin hem şekil şartlarının hem içeriğinin bir avukat yardımıyla düzenlenmesi önerilmektedir.

IV-) MİRASÇI ATAMA İŞLEMİNİN OLUMLU YÖNLERİ NELERDİR?

Türk Medeni Kanunu m.495 ve devamındaki maddelerde yasal mirasçılar düzenlenmiştir. TMK m. 499 uyarınca sağ kalan eş kişinin yasal mirasçısıdır. Sağ kalan eş dışında m.495 ve devamı uyarınca kişinin mirasçılarından ilki altsoyudur. Altsoy, kişinin çocukları, çocukları ölmüş ise torunlarıdır. Kişinin altsoyu yoksa mirasçısı, anne ve babasıdır. Eğer anne ve babası ölmüş ise onların çocukları mirasçı olur. Mirasbırakanın altsoyu, annesi ve babasından kimse hayatta değilse büyük annesi ve büyük babası mirasçısı olur. Eğer büyük anne ve büyük baba mirasbırakandan önce ölmüşse, yine onların çocukları mirasçı olacaktır. Ancak mirasbırakanın sağ kalan eşi varsa, sadece büyük anne ve büyük babanın çocukları mirasçı olabilir. Bu durumda torunları mirasçı olamaz. Ayrıca mirasbırakanın sağ kalan eşi, evlatlığı ve onun çocukları da yasal mirasçısıdır. Hiçbir mirasçısı olmayan kişinin mirasçısı ise Devlet olur.

Mirasbırakan, yukarıda belirtilen yasal mirasçılarından birini veya birkaçını mirasçı olarak atayarak ona/onlara yasal miras payından daha fazla miras kalmasını sağlayabilir. Yahut yasal mirasçısı olmayan birini mirasçı olarak atayarak onu mirasından yararlandırabilir. Bu şekilde kişi, hayatı boyunca edindiği malvarlığının vefatından sonraki paylaşımında söz sahibi olabilmektedir.

V-) MİRASÇI ATAMA İŞLEMİ YAPILIRKEN NELERE DİKKAT EDİLMESİ GEREKMEKTEDİR?

Mirasçı atama işlemi genellikle vasiyetname düzenlenerek yapılmaktadır. Bu vasiyetnamelerin bir kısmı şekli şartları tam olmadığından, bir kısmı ise içeriği nedeniyle iptal edilmektedir. Bazen ise vasiyetname iptal edilmez fakat mirasbırakanın kullandığı yanlış veya belirsiz ifadeler nedeniyle mirasbırakanın söylediğinden farklı bir işlem yapıldığı değerlendirilerek miras buna göre paylaştırılmaktadır. Mirasının tam olarak arzusuna göre paylaştırılmasını isteyen miras bırakanın vasiyetname düzenlerken çok dikkatli olması gerekmektedir.

Örneğin bir kişi tüm malvarlığını kardeşine bırakmak için vasiyetname düzenleyerek “…bulunan gayrimenkuldeki hissemin tamamını ve banka hesabındaki paranın tamamı ile terekeme zuhur edecek diğer bir umum menkul, gayrimenkul emlak, emval, eşya para, hisse senedi vesairenin tamamını T.. D..’ne terk ve vasiyet eyledim” demiştir. Mirasbırakanın vefatından sonra atanmış mirasçı, mirasçılık belgesi almak için mahkemeye başvurmuştur. Mahkeme, mirasbırakanın mirasçı atadığını söylememiş olması, vasiyet eyledim demiş olması nedeniyle davacının atanmış mirasçı olmadığına karar vermiş ve davacıya atanmış mirasçılık belgesi vermemiştir.( Yargıtay 14. HD., 25.6.2015 Tarihli 2015/2177 E. 2015/7059 K.)

Mirasçı atama ve miras hukukuyla ilgili sorularınız için iletişim formunu doldurarak veya telefonla bize ulaşabilirsiniz.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453


 

MİRASÇILIK BELGESİ (VERASET İLAMI) NEDİR?

Murisin mirasçılarını ve miras pay oranlarının bilinmesi hem mirasçılar hem murisin alacakları için önemlidir. Miras intikal işlemlerini gerçekleştirilebilmesi için de mirasçıları ve k miras paylarını gösteren bir belge yani mirasçılık belgesi (veraset ilamı) edilnilmesi gerekmektedir.

I-) MİRASÇILIK BELGESİ (VERASET İLAMI) NEDİR?

Miras, miras bırakanın vefat etmesiyle başka bir işleme gerek kalmaksızın mirasçılara geçer. Mirasın geçmesi mirasçılık belgesi alınmasına bağlı değildir. Ancak mirasçılık belgesi mirasçıların, mirasçılık sıfatlarını ve miras oranlarını net bir şekilde göstermesi sebebiyle miras intikali gibi işlemlerin yapılması için gerekli olan bir belgedir.

Bu belge, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun m.598 hükmünde “Başvurusu üzerine yasal mirasçı oldukları belirlenenlere, sulh mahkemesince veya noterlikçe mirasçılık sıfatlarını gösteren bir belge verilir. Mirasçı atamaya veya vasiyete ilişkin ölüme bağlı tasarrufa mirasçılar veya başka vasiyet alacaklıları tarafından kendilerine bildirilmesinden başlayarak bir ay içinde itiraz edilmedikçe, lehine tasarrufta bulunulan kimseye, sulh mahkemesince atanmış mirasçı veya vasiyet alacaklısı olduğunu gösteren bir belge verilir. Mirasçılık belgesinin geçersizliği her zaman ileri sürülebilir. Ölüme bağlı tasarrufun iptaline ilişkin dava hakkı saklıdır” şeklinde düzenlenmiştir.

II-) KİMLER MİRASÇILIK BELGESİ (VERASET İLAMI) ALABİLİR?

Yasal ve atanmış mirasçıların her biri tek başına mirasçılık belgesi alabilir. Bir mirasçının mirasçılık belgesi alması için diğer mirasçıların da talebinin veya onayının bulunması aranmamaktadır.

Ayrıca murisin alacaklıları da bu belge için başvuruda bulunabilir. Murisin alacaklılarının mirasçılık belgesi talep edebilmesi için öncelikle ilgili icra müdürlüğünden yetki almaları gerekmektedir. Benzer şekilde muris aleyhine dava açmış davacılar da mahkemeden yetki aldıktan sonra mirasçılık belgesi talep edebilir.

III-) MİRASÇILIK BELGESİ (VERASET İLAMI) NEREDEN ALINIR?

A-) NOTER

Mirasçılar bu belgeyi noterden alabilirler. Belgenin noterden alınması, mahkemeden alınmasına göre çok daha hızlı bir yoldur. Ancak noterler bazı hallerde mirasçılık belgesi vermemektedir. Aşağıda bir kısmını belirttiğimiz böyle durumlarda mirasçılık belgesi almak isteyen mirasçıların mahkemeye başvurması gerekmektedir:

  1. Mirasçılık belgesi talep eden mirasçı ile miras bırakan arasındaki mirasçılık durumunun tespit edilememesi
  2. Nüfus kayıtlarında çelişkilerin olması
  3. Mirasçılık belgesi talep eden mirasçının ya da mirasçılardan bazılarının yabancı olması, mavi kartlı olması
  4. Murisin vasiyetname yapmış olması
  5. Mirasçılardan birinin veya birkaçının ölüm riski taşıyacak şekilde kayıp olması
  6. Mirasçılardan birinin veya birkaçının ölüm tarihinin tespit edilememesi

Belgeyi noterden almak isteyen mirasçının bazı belgeleri notere sunması gerekmektedir. Bu belgeler şunlardır:

  1. Murisin ölüm Belgesi (muris yurtdışında ölmüşse ölüm belgesinin tercüme edilmesi ve apostile şerhi alınması gerekmektedir)
  2. Nüfus kayıt örneği
  3. Nüfus cüzdanı fotokopisi
  4. Mirasçılık belgesi talep ettiğine ilişkin dilekçe

B-) MAHKEME

Mirasçılık belgesi, mirasçılardan birinin veya miras bırakanın son yerleşim yerindeki sulh hukuk mahkemesinden talep edilebilir. Bu durumda yukarıda notere sunulması gerektiğini belirttiğimiz belgelerin mahkeme dosyasına sunulması gerekmektedir.

IV-) MİRASÇILIK BELGESİ (VERASET İLAMI) İPTAL EDİLEBİLİR Mİ?

Mirasçıları ve miras paylarını gösteren bu belge, aksi kanıtlanmadığı sürece murisin mirasçılarını ve mirasçıların miras paylarını gösteren resmi bir belgedir. Bu belgenin aksinin ispatı ve iptali mümkündür.

A-) HANGİ DURUMLARDA İPTAL DAVASI AÇILABİLİR?

Mirasçılık belgesinin gerçek durumu yansıtmaması yani eksik veya yanlış olması durumunda mirasçılık belgesinin iptali için dava açılabilir.

B-) İPTAL DAVASI İÇİN GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME HANGİ MAHKEMEDİR?

Mirasçılık belgesine itiraz etmek isteyen mirasçı, kendi yerleşim yeri asliye hukuk mahkemesinde dava açabilir. Bu davanın diğer mirasçılara karşı açılması gerekmektedir.

C-) İPTAL DAVASI İÇİN SÜRE VAR MI?

Bu belgenin iptaline ilişkin davanın bir süresi yoktur, bu dava her zaman açılabilir.

V-) İLGİLİ YARGI KARARLARI

Mirasçılık belgesinin iptali davalarında ise, mirasçılar arasında zorunlu arkadaşlık bulunmaktadır. Dava sonucunda verilecek hükümle hukuksal durumları etkilenebileceğinden bu tür davalarda iptali istenilen mirasçılık belgesinde mirasçı olarak gösterilen kişiler ile, ölmüşlerse bunların mirasçılarının davada taraf olmaları zorunludur. Taraf koşulu kamu düzenine ilişkin olup taraflarca öne sürülmese dahi mahkemelerce kendiliğinden incelenmesi gerekir. Bu tür davalarda da miras bırakanın mirasçılarını tespit etmek ve mirasçıların miras paylarını belirlemek hakimin görevidir ve re’sen araştırma ilkesi uyarınca, davanın ispatı için gerekli bütün delillere başvurabilir.”(Yargıtay 7. HD., E. 2021/3306 K. 2021/3021 T. 22.11.2021)

Davacı vekilinin vasiyet sonrası vekil edenine kalan taşınmazların ve bankalardaki paraların intikalini yaptırabilmek için vekil edeninin vasiyet alacaklısı olduğunu gösterir belge istediği kuşkusuzdur. Hal böyle olunca mahkemece “çoğun içinde azı da vardır” ilkesi uyarınca istemin vasiyet alacaklısı belgesi verilmesi olduğu benimsenerek davacının muayyen mal vasiyet alacaklısı olduğuna ilişkin belge verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olmuştur.” (Yargıtay 8. HD., E. 2013/4025 K. 2013/15400 T. 30.10.2013)

Mirasçılık belgesi ve intikal işlemlerine dair sorularınızı danışmak için iletişim formunu doldurarak veya telefonla bize ulaşabilirsiniz.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453


İŞ SÖZLEŞMESİNİN DEVRİ VE İŞYERİNİN DEVRİ NEDİR?

İş hayatında bazen bir iş sözleşmesinin başka bir işverene devredildiği bazen ise işyerinin başka bir işverene devredildiği görülmektedir. İş hayatının gereklerinden doğan ve sıklıkla görülen bu hukuki kurumlar, çoğu zaman birbirine karıştırılmaktadır. Bu nedenle yazımızda iş sözleşmesinin devri ve işyerinin devrini açıklamaktayız.

I-) İŞ SÖZLEŞMESİNİN DEVRİ

A-) İŞ SÖZLEŞMESİNİN DEVRİNİN ŞARTLARI NELERDİR?

İş sözleşmesinin devri İş Kanunu’nda ayrıca düzenlenmemiştir. Ancak 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.205’te sözleşmenin devrini ve TBK m.429’da hizmet sözleşmesinin rızai devrini düzenleyen hükümler mevcuttur. TBK’da iş sözleşmesinin devri tanımlanmamış olmakla birlikte yukarıda zikredilen hükümler uyarınca iş sözleşmesinin devrinin koşullarına ve sonuçlarına ilişkin bilgilere vakıf olmak mümkündür.

İş sözleşmesinin devredilebilmesi için öncelikle geçerli ve devredilebilir nitelikte bir iş sözleşmesinin mevcut olması gerekmektedir. İş sözleşmesinin devredilebilmesi için gerekli olan diğer koşul, devreden işveren, devralan işveren ve işçi arasında üç taraflı bir anlaşma olmasıdır. Bu üç taraflı anlaşma üç tarafın birlikte imzaladığı bir sözleşmeyle olabilir. Üç taraflı anlaşma şartı, devreden işveren ile devralan işveren arasında kurulan iş sözleşmesinin devrine ilişkin sözleşmeye işçinin rıza vermesiyle de yerine getirilebilir.

B-) İŞ SÖZLEŞMESİNİN DEVRİNİN ŞEKLİ NASIL OLMALIDIR?

TBK m.205, mevcut bir sözleşmenin devrine ilişkin sözleşmelerin geçerli olabilmesi için devredilen sözleşmenin şekline uygun olarak yapılması gerektiğini düzenlemiştir. Ancak TBK m.429 uyarınca işçiden alınacak rızanın her durumda yazılı olması gerekmektedir.

C-) İŞÇİNİN RIZASI NE ZAMAN ALINMALIDIR?

TBK m.429’da işçinin rızasının alınması gerektiği belirtilmişse de bu rızanın ne zaman alınması gerektiği hükümde düzenlenmemiştir. Hukuki kurumun niteliği uyarınca rızanın devir sırasında veya devirden sonra alınması tavsiye edilir.

D-) İŞ SÖZLEŞMESİNİN DEVRİNİN SONUÇLARI NELERDİR?

TBK m.205 uyarınca sözleşmenin devriyle sözleşme tüm hak ve borçlarıyla devralana geçer ve devralan sözleşmenin tarafı haline gelir. TBK m.429 hükmünde de devralan işverenin sözleşmeyi bütün hak ve borçlarıyla devralarak hizmet sözleşmesinin tarafı haline geleceği, iş sözleşmesinin devredilmesinin sözleşmeyi sona erdirmeyeceği düzenlenmiştir. Bu hükümler uyarınca iş sözleşmesinin devri neticesinde sözleşme sona ermemektedir.  İşçinin kıdem süresine bağlı hakları bakımından devreden işverende işe girdiği tarih işe başlangıç tarihi olarak kabul edilmekte, hizmet süresi için devralan ve devreden işverenlerde geçen toplam süre dikkate alınmaktadır.

II-) İŞYERİNİN DEVRİ

A-) İŞYERİNİN DEVRİNİN ŞARTLARI NELERDİR?

4857 sayılı İş Kanunu m.2 hükmünde işyeri, “işveren tarafından mal veya hizmet üretmek amacıyla maddî olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birime işyeri denir” şeklinde tanımlanmıştır. İşyerinin bir kısmının veya tamamının başka bir işverene devredilmesi mümkün olup, İK m.6 ve TBK m.428 hükümlerinde işyeri devrine ilişkin düzenlenmeler getirilmiştir. Bu hükümlerde işyerinin hukuki bir işlemle devrinin mümkün olduğu belirtildikten sonra işyerinin devrinin sonuçları düzenlenmiştir. Ancak hükümlerde hangi hallerde işyeri devrinin varlığının kabul edileceğine yer verilmemiştir.

2001/23 sayılı Avrupa Birliği Konsey Direktifi’nde “bir iktisadi entitenin, bir iktisadi faaliyette bulunmak amacıyla kaynakların bir araya getirilmesi şeklindeki hüviyetini kaybetmeden devrolunması halinde, iktisadi faaliyet asli ya da yardımcı faaliyet olsun ya da olmasın bir devir söz konusudur” şeklinde işyerinin devri için işyerinin kimliğini kaybetmeden devrolmasının şart olduğu açıklanmıştır.

Yargıtay da kararlarında işyeri devrinin olması için ekonomik birliğin devirden sonra da korunması gerektiğine hükmetmektedir. Ayrıca Yargıtay, ekonomik birliğin korunduğunun kabul edilebilmesi için incelenmesi gereken unsurlara kararlarında yer vermiştir. Yargıtay’a göre, bir işlemin işyeri devri olup olmadığına karar verilebilmesi için;

  • İşyerinin ya da işletmenin türünün,
  • İşletmenin maddi malvarlığını oluşturan bina ve menkul araçların devredilip devredilmediğinin,
  • Devir anındaki işletmenin gayri maddi varlığını oluşturan aktifin değerinin,
  • Personelin devralınıp alınmadığının,
  • Müşteri çevresinin devredilip edilmediğinin,
  • Devirden önce ve sonra işyeri ya da işletmede icra edilen faaliyetin benzerlik gösterip göstermediğinin, incelenmesi gerekmektedir.

İşyerinin devrinden söz edilebilmesi için aranan bir diğer şart İK m.6 ve TBK m.428 hükümlerinde belirtildiği üzere işyerinin el değiştirmesinin bir hukuki işlem uyarınca meydana gelmesidir. Bu hukuki işlem satım, kiralama gibi işlemler olabilir. Burada önem arz eden husus hukuki işlem ve devir neticesinde işçilerin aynı işyerinde aynı işi yapmaya devam ediyor olmasıdır.

B-) İŞYERİ DEVRİNDE İŞÇİNİN RIZASININ ALINMASI GEREKLİ MİDİR?

İşyerinin devrinde, iş sözleşmesinin devrinden farklı olarak işçiden rıza alınması şart değildir.

C-) İŞYERİNİN DEVRİNİN SONUÇLARI NELERDİR?

Mevzuatımızdaki işyerinin devrine ilişkin hükümler, uluslararası düzenlemelerle paralel olarak işyeri devri nedeniyle işçinin hak kaybına uğramamasını, iş sözleşmelerinin devirden etkilenmemesini sağlamaya yöneliktir. Bu hükümler uyarınca işyerinin devri gerçekleştiğinde iş sözleşmeleri de kendiliğinden devralan işverene geçer. İşyerinin devri için işçinin rıza vermesi aranmaz. Bununla birlikte işçinin devre itiraz hakkı da bulunmamaktadır.

İşyerinin devriyle iş sözleşmeleri sona ermez. Sözleşme devam eder ve sözleşmelerin işveren tarafı değişir. İşyerinin devri için iş sözleşmesinin devrinden farklı olarak sorumluluğa özel düzenleme bulunmaktadır. İK m.6/3 uyarınca işyerinin devri halinde, devirden önce doğmuş olan ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devralan işveren de iki yıl süreyle devreden işverenle müteselsil sorumludur.

Devirden sonra iş sözleşmeleri sona ermeyip devam ettiği için kıdeme bağlı hakların tümü için işçinin devreden işverende işe başladığı tarih esas alınır. İşçinin kıdemine göre hesaplanan ve iş sözleşmesinin sona ermesine bağlı haklardan işverenlerin sorumluluğu ise birbirinden farklılık arz etmektedir. Yıllık izin ve ihbar tazminatından sadece devralan işveren sorumludur. Kıdem tazminatı için ise özel düzenleme mevcuttur. 1475 sayılı İş Kanunun 14. hükmü uyarınca devreden işveren de kıdem tazminatından işçinin devir tarihine kadar kendisinde çalıştığı süre ve devir tarihindeki son ücretle sınırlı olarak sorumludur.

D-) İŞYERİNİN DEVRİNİN TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİNE ETKİSİ NEDİR?

12 Mart 2001 tarih ve 2001/23 sayılı Avrupa Birliği Direktifi m. 3/3 “Devri takiben devralan var olan toplu sözleşmenin sona ermesine veya bir başka toplu sözleşmenin geçerli olmasına kadar devralana uygulanabilme kabiliyeti olan toplu sözleşme hükümlerine uyar. Üye Devletler söz konusu toplu sözleşme hükümlerinin uygulanmasına 1 yıldan az olmamak üzere sınır getirebilir” şeklindedir.

Öte yandan 6356 sayılı Sendı̇kalar ve Toplu İş Sözleşmesı̇ Kanunu m. 38 “İşletme toplu iş sözleşmesi kapsamında olan ya da toplu iş sözleşmesi bulunan bir işyeri veya işyerinin bir bölümünün devrinde, devralan işverenin aynı işkoluna giren işyeri veya işyerlerinde yürürlükte bir toplu iş sözleşmesi var ise; devralınan işyeri veya işyerlerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinden doğan hak ve borçlar, iş sözleşmesi hükmü olarak devam eder. Devralan işverenin işyeri ya da işyerlerinde uygulanan bir toplu iş sözleşmesi yok ise; devralınan işyerinde yürürlükteki toplu iş sözleşmesinden doğan hak ve borçlar, yeni bir toplu iş sözleşmesi yapılıncaya kadar toplu iş sözleşmesi hükmü olarak devam eder. Toplu iş sözleşmesi bulunmayan bir işyerinin işletme toplu iş sözleşmesi tarafı olan bir işverence devralınması durumunda işyeri, işletme toplu iş sözleşmesi kapsamına girer” olarak düzenlenmiştir. Bu ihtimaller aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.

TABLO – 1

DEVRALANDEVREDENSONUÇ
Toplu iş sözleşmesi var.Toplu iş sözleşmesi varDevredilen işyerindeki toplu iş sözleşmesi hükümleri iş sözleşmesi hükmü olarak devam ederken, devredilen işyerinin işçileri, devralanın işyerinde uygulanmakta olan toplu iş sözleşmesinin kapsamına girmezler.
Toplu iş sözleşmesi yok.Toplu iş sözleşmesi varBu durumda ilgili toplu iş sözleşmesi, süresi boyunca mevcut hükümleriyle aynen devam edecek, yalnızca sözleşmenin işveren tarafı değişmiş olacaktır.
İşyeri toplu iş sözleşmesi var.Toplu iş sözleşmesi yok.Sonucu tartışmalıdır.
İşletme toplu iş sözleşmesi var.Toplu iş sözleşmesi yok.Devredilen işyeri, mevcut işletme toplu iş sözleşmesinin kapsamına otomatik olarak girecek ve herhangi bir sayısal şart aranmayacaktır.

Gerçekleşen devrin iş sözleşmesinin devri mi yoksa işyerinin devri mi olduğu her somut olayda ayrıca incelenmelidir. Sizin sorularınız özelinde değerlendirilebilmesi için iletişim formunu doldurarak veya telefonla bize ulaşabilirsiniz.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453


ARAÇ MAHRUMİYET (İKAME ARAÇ/ YATMA BEDELİ) TAZMİNATI  DAVASI

1-) ARAÇ MAHRUMİYET TAZMİNATI NEDİR ?

Meydana gelen bir trafik kazası sonucu aracınız hasar gördüyse aracınızın  tamir edilmesi için  ortalama 1 hafta – 10 gün  boyunca aracınızı tamircide bırakmanız gerekebilir. Hasar gören bir aracın onarım süresi boyunca kullanılamaması sebebiyle ortaya çıkan zarar araç mahrumiyet tazminatı ya da araçtan yoksun kalma tazminatı olarak tanımlanmaktadır. Kusuru ile aracınızın hasar görmesine sebebiyet veren taraf sizin bu zararınızı tazmin etmelidir. Araç Mahrumiyet tazminatı için gerekli şartları ve diğer önemli hususları siz değerli okuyucularımız için aşağıda detaylıca izah etmeye çalıştık.

2-) ARAÇ MAHRUMİYET TAZMİNATI DAVASI  İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR NELERDİR

Öncelikle belirtmek gerekir ki meydana gelen kazada en az 2 taraf olmalıdır. Yani tek taraflı olarak gerçekleştirmiş olduğunuz kazalar için bu tazminatı talep etme hakkınız yoktur. Uygulamada ikame araç hizmeti olarak bilinen hizmet ile araç mahrumiyet tazminatı karıştırılmamalıdır. İkame araç hizmeti zorunlu olmayan kasko poliçenizdeki özel şartlara bağlı bir husustur. Eğer kasko poliçenizde ikame araç klozu bulunmakta ise kasko poliçenizi düzenleyen şirket size aracınızın tamir süresince bir ikame araç tahsis edecektir. Bu hizmet yukarıda da değindiğimiz gibi bir tazminat değildir. 

Araç mahrumiyet tazminatı ise kusuru ile aracınızın hasar görmesine sebebiyet veren taraftan isteyebileceğiniz bir tazminattır. Aracınız bir kazaya karıştığında karşı taraf kusurlu ise tamir süresince aracınızdan mahrum kaldığınız günler için bu tazminatı isteyebilirsiniz. Örneğin, trafikte seyrederken başka bir araç gelip sizin aracınıza çarptığını varsayalım. Bu durumda aracınızda meydana gelen hasar ve değer kaybı tazminatı ile beraber araç mahrumiyet tazminatını da talep edebilirsiniz. Ancak burada şu hususa değinmekte fayda vardır: araç mahrumiyet tazminatı hasar ve değer kaybı tazminatından farklı olarak sadece kusurlu aracın sürücüsü ve sahibinden (işleten) istenebilir. Yani bu davayı karşı tarafın trafik poliçesini düzenleyen sigorta şirketine karşı açamazsınız çünkü araç mahrumiyet tazminatı trafik poliçelerinin kapsamının dışında kalmaktadır.  Araç mahrumiyet tazminatı isteyebilmeniz için bir diğer  şart ise  kazada %100 kusurlu olmamanızdır. Eğer kazada %100 kusurlu taraf siz iseniz bu tazminatı talep etme hakkınız bulunmamaktadır. Ayrıca 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109. Maddesine göre  bu davanın 2 yıllık bir zamanaşımı süresine tabi olduğunu unutmamak gerekir. Yani, kaza tarihinden itibaren 2 yıl  içerisinde bu davayı açmanız gerekmektedir.

Yargıtay’a göre araç mahrumiyet bedeli talep edilebilmesi için araç kiralandığına dair herhangi bir belge veya ödeme belgesi sunulması zorunlu değildir. Yargıtay içtihatlarında; oluşan hasarın niteliğine göre makul tamir süresi belirlenerek, ihtiyaçları için aracı kullanamamaktan doğan ve bu süre içinde ikame araç için ödemesi gereken bedel kadar karar verilmesi gerektiğine hükmetmiştir.

YARGITAY 4. HD.  2021/26777 ESAS, 2022/11236 KARAR, 29.09.2022 TARİH

”Kural olarak haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarında gerçek zarar ilkesi geçerlidir. Zarar gören ancak haksız fiil sebebiyle uğradığı gerçek zararını haksız fiil sorumlularından isteyebilir. Olay tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 50’nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca davacı tarafından araç kiraladığına dair belge veya ödeme belgeleri sunulmasa da hakim zararı belirleyebilir. Bu durumda mahkemece, davacı aracında oluşan hasarın niteliğine göre makul tamir süresinin belirlenmesi, ihtiyaçları için aracı kullanamamaktan doğan ve bu süre içinde davacının (ikame araç) ödemesi gereken bedelin ne olacağı konularında alınan bilirkişi raporuna göre davacının araç mahrumiyet bedeli talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davacının bu talebini objektif kriter ve delillerle ispatlayamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.”

YARGITAY 17. HD.  2017/1625 ESAS,  2018/1686 KARAR, 08/03/2018 TARİH

“Davacının ikame araç bedeli talebi mahkemece davacı tarafından araç kiraladığına dair belge sunulmaması nedeni ile ret edilmiş olup bu süre ile ilgili araç kiralandığına dair belge sunulmasa da B.K.42 maddesi (50.md) uyarınca hâkim zararı belirleyebilir. Bu durumda mahkemece, davacı aracında oluşan hasarın niteliğine göre makul tamir süresinin belirlenmesi ihtiyaçları için aracı kullanamamaktan doğan, bu süre içinde davacının (ikame araç) ödemesi gereken bedelin ne olacağı konularında ayrıntılı, gerekçeli, denetlenebilir rapor almak suretiyle davacının mahrumiyet bedeli talebi hakkında karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu biçimde eksik inceleme ile karar verilmesi isabetli değildir.”

3-) ARAÇ MAHRUMİYET TAZMİNATI NASIL HESAPLANIR

Araç mahrumiyet bedeli, hasar gören aracın makul onarım süresi ile bu süre zarfında kiralanan alternatif aracın günlük kiralama bedelinin çarpımıyla hesaplanır. Araç mahrumiyeti tazminatı, aracın kullanılamadığı ( fiilen kullanılmadığı gün değil makul onarım süresince. Yani siz  aracınızı  bir tamirciye  götürdünüz  ve tamirci normalde 10 günde tamir edilecek hasarı 30 günde tamir etti. Burada sizin talep edeceğiniz mahrumiyet gün sayısı 30 değil 10 gündür.)  gün sayısı ile aracın günlük kiralama bedeli çarpılarak bulunur. Bu formülü bir örnekle somutlaştırmak gerekirse, araç kazadan sonra 10 gün boyunca bakım ve onarıma girmişse ve aracın günlük ikame bedeli 3000  TL ise (benzer mahiyette bir aracın günlük kiralama bedeli)  30.000 TL’lik araç mahrumiyeti tazminatı ortaya çıkmaktadır. Ancak burada hemen belirtmek gerekir ki, bu tazminattan zarar gören aracın , aracı zarar görmeseydi kullanmaya düzenli devam edeceği örneğin ev-işyeri gibi bir güzergahta zaten araç kullansaydı zorunlu giderleri  olan; yakıt masrafı, araç parçalarında oluşacak eskime/amortisman hususlar bilirkişi tarafından hesaplanarak belirlenecek zarardan indirilir. Örnekte belirtilen 10 gün boyunca eğer araç zarar görmeseydi  her gün ortalama 100 TL zorunlu masraf  yapılacak olduğu da göz önüne alındığında hesaplanan 30.000 TL araç mahrumiyet bedelinden bu 1.000 TL (10*100) düşürülmelidir. Özetle verilen örnekte mahkeme 29.000 TL tutarında bir tazminata hükmetmelidir.

YARGITAY 17. H.D.  2014/15596 ESAS , 2017/156 KARAR,  17/01/2017 TARİH

“ Bu durumda mahkemece, davaya konu kaza sebebiyle araçtaki hasarın giderilmesi için gereken onarım süresi içinde emsal nitelikteki bir aracın (davacı tarafından kaza olmasaydı dahi yapılması gereken yakıt vs gibi zorunlu giderler indirildikten sonra) araç mahrumiyeti bedelinin tespiti hususunda da rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.”

4-) ARAÇ ARAÇ MAHRUMİYET TAZMİNATI DAVASINDA GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME   

Araç mahrumiyeti tazminatı davasında birden fazla yetkili mahkeme bulunmaktadır. Bu davalar davalının yerleşim yeri mahkemesi, kazanın meydana geldiği yer mahkemesi veya zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir.

Görevli mahkeme ise kural olarak, Asliye Hukuk Mahkemesidir. Ancak burada tarafların tacir olması durumuna göre Asliye Ticaret Mahkemesi de görevli olabilmektedir. Bu hususa dikkat edilmelidir.

5-) ARAÇ MAHRUMİYET TAZMİNATI DAVASINDA  ARABULUCULUK

Bu dava kural olarak dava şartı arabuluculuğa tabi değildir. Yani Asliye Hukuk Mahkemesinde açmadan önce arabuluculuğa başvurma zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak yukarıda da değindiğimiz üzere eğer taraflar tacir ise ve dava da Asliye Ticaret Mahkemesinde açılacak ise burada artık dava şartı arabuluculuk yolunun tüketilmesi gerekmektedir.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453


ALMANYA ŞİRKET TÜRLERİ ve TEŞVİK ÖRNEKLERİ

Almanya şirket türlerini ve teşvik türlerini inceleyeceğimiz bu yazının ilgililere faydalı olmasını umarız. Almanya’da şirket türleri şahıs, sermaye ve ortaklık şirketleridir. Şirket teşvikleri ise hibeler, krediler ve garantiler şeklinde ayrılmaktadır.

I-) ALMANYA ŞİRKET TÜRLERİ

Almanya’daki şirketlerin hukuki yapısını Alman Medeni Kanunu (BGB) ve Alman Ticaret Kanunu (HGB) belirlemekle birlikte, özel kanunlar da spesifik şirket türlerini düzenlemektedir. Genel olarak, Almanya’da şirket türleri üç ana kategoriye ayrılabilir.

  • Şahıs şirketleri (Einzelunternehmen)
  • Ortaklıklar (Personengesellschaften)
  • Sermaye şirketleri (Kapitalgesellschaften)

A-) ŞAHIS ŞİRKETLERİ

Şahıs şirketlerinde bireysel katılım (personliche Beteiligung) ana unsurdur. Bunun sonucu olarak ortak sayısı genellikle sermaye şirketlerine göre daha azdır. Şahıs şirketlerinde sermaye sınırı konulmamıştır. Ortakların asgari sermaye taahhüt etmesi gerekmez. Şahıs şirketlerinde şirketin tüzel kişiliği de yoktur. Şahıs şirketlerinde kişisel sorumluluk esastır; ortakların şirketin hak ve borçlarından kişisel olarak sorumluluğu söz konusudur.  Yönetim ve temsil yetkisi ortakların kendilerindedir.

B-) SERMAYE ŞİRKETLERİ

Sermaye şirketleri Anonim Şirket (AG) ve Limited Şirket (GmbH)’tir. Bu şirket türleri ilgili  kanunlarda tanımlanmıştır. Sermaye şirketlerinde sermaye ortaklığı (Kapitalbeteiligung) esastır. Dolayısıyla ortak sayısı şahıs şirketlerine göre daha yüksektir.

Sermaye şirketlerinin kendi tüzel kişilikleri vardır. Şirket tescil ile hak ehliyetini kazanır ve organlarını seçtikten sonra fiil ehliyetine de sahip olur. Şirket adına davranan organlarıdır ve bu organlar yalnızca ortaklar olmak zorunda değildir, 3. kişiler de şirket adına işlem yapabilir.

Sermaye şirketlerinde sorumluluk sınırlandırılarak ortakların kişisel sorumluluğuna gidilmesi önlenmiştir. Ortaklar şirkete koydukları ya da koymayı taahhüt ettikleri sermaye ile sınırlı olmak üzere ikincil olarak sorumludurlar. Ortaklar kişisel malvarlığının tümüyle değil koymayı taahhüt ettikleri kısmıyla sorumlu olacaklardır.

Biz Almanya’da en çok tercih edilen limited şirketlere odaklanacağız. Anonim şirketler incelemesi bu yazının konusu dışındadır.

1-) Limitet Şirket (Gesellschaft mit beschränkter Haftung – GmbH)

Almanya’da GmbH kurmak için gereken şeyler:

  • Noter tasdikli ana sözleşme,
  • İlgili ticaret siciline başvuru ve
  • Asgari 25.000-Euro sermayedir.

Limitet şirketin sağlaması gereken diğer öğeler:

  • Dış temsilden sorumlu genel müdür,
  • Hissedarların bir araya geldiği karar alma organı olan genel kurul ve
  • Eğer şirkette 500’den fazla çalışan varsa bir de denetleme kurulu zorunluluğu.
a. GmbH Kuruluşu İçin Yapılması Gerekenler Şunlardır:
  • Şirketin işletme konusunun belirlenmesi
  • Ticaret ve Sanayi Odaları’ndan işletme konusunun onaylanması
  • Şirket ana sözleşmesinin hazırlanması
  • Şirket banka hesabının açılması
  • Şirket ana sözleşmesinin noter tarafından tasdiklenmesi
  • Esas sermayenin ödenmesi
  • Ticaret siciline noter aracılığıyla başvuru yapılması
  • Ticaret sicilinin inceleme prosedürünün tamamlanması
  • GmbH’nın ticari siciline kaydedilmesi ve tescil beyanının yapılması
  • İşletme tescilinin tamamlanması

GmbH, ticari sicil kaydı ile tüzel kişiliğe sahip olur. Ticari sicile kaydedilmeden önce, bir “Vorgründungsgesellschaft” (kuruluş öncesi şirket) olarak adlandırılan ve bir GmbH’nin kurulması amacıyla kurulan bir BGB şirketi (Alman Medeni Kanunu‘na göre düzenlenen şirket) bulunması gerekmektedir.

b. GmBH Ortaklarının Sorumlulukları

GmbH bir veya daha fazla müdür tarafindan temsil edilir. Ortaklar tarafından süresiz olarak veya belli bir süre için kuruluş esnasında şirket sözleşmesi ile ya da sonradan atanabilirler. Sadece gerçek kişiler müdür olabilirler. Müdürler, içtihatla geliştirilen özel ve due diligence şartlarına tabidirler.

GmbH sadece kendi borçlarından sorumludur. Ortaklar kişisel malları ile sorumluluktan muaftır. İstisnai olarak ortakların kişisel yükümlülükleri olabilir.

GmbH Kanunu’nun reformundan sonra örnek bir şirket sözleşmesi ortaya çıkmıştır ve bu sözleşmeyi kuruluşu kolaylaştırmak adına kullanma olanağı vardır (“Musterprotokoll” olarak adlandırılır).

En fazla üç ortak ve sadece bir müdür olması durumunda şirketler Musterprotokoll ile kurulmaktadır. Musterprokoll ile kurulan şirketlere sadece nakdi sermaye getirilebilir ve GmbH mevzuatından değişik maddeler alınamaz.

Şirket şözleşmesinin özelleştirilmesi durumunda kurulacak olan şirket, ortakların isteklerine ve amaçlarına daha uyumlu olacaktır.

c. GmbH İçin Vergiler:
  • GmbH’nin elde ettiği kâr %15 oranında tek tip kurumlar vergisine (Körperschaftssteuer/Corporation Tax) tabidir.
  • GmbH, herhangi bir gerçek kişi gibi, dayanışma ek ücretinden (Solidaritätszuschlag / Solidarity Surcharge) de sorumludur. Oran kurumlar vergisinin %5,5’i kadardır ancak güncel oranları teyit etmek gerekir.
  • GmbH ticaret vergisine (Gewerbesteuer/Trade Tax) de tabidir. Bu verginin matrahı kâra bağlı olan, ancak belirli ilave ve indirimler esas alınarak düzeltilen ticari kazançlardır. Ticaret vergisi oranı, Kommunales Hebesatzrecht (Belediye Değerlendirme Hakkı Oranı/Municipal Rate of Assessment Right) nedeniyle belediyeden belediyeye farklılık göstermektedir. Ortalama olarak, yaklaşık %12-13’tür.

Yukarıda belirtilen vergiler, bir GmbH gelirinin yaklaşık %30’unu oluşturur.

Limited şirket pay sahibine yapılan kâr dağıtım ödemesinin yarısı, gelir vergisinden müstesnadır.

d. Yabancıların Almanya’da Şirket Kurulumu Sonrası Yönetimi:
  • Yerleşim izni olan yabancı bir müdür Almanya’da ikamet ederek, bir GmbH’yı herhangi bir zorlukla karşılaşmadan yönetebilir.
  • Aynı şey AB vatandaşları (Avrupa Birliği üye ülke vatandaşları) için de geçerlidir.
  • AB üyesi olmayan bir ülkenin vatandaşı olan  (Türkiye gibi) Almanya’daki şirket müdürlerinin ikamet iznine sahip olup olmamaları şartı uzun zamandır tartışılmaktadır. Bu müdürlerin ikamet zorunluluğuna ihtiyaç duyulmadığı konusunda baskın görüş var denilebilir.

Arada müdürlerin en azından bir takvim yılı içerisinde en az üç aylığına Almanya’ya gelme imkânına sahip olmaları gerektiği savunulsa da bu konu Almanya’da bulunan eyaletlere göre farklılık göstermektedir. Şirketin kurulacağı ilgili ticari sicil ile irtibata geçip konunun açıklığa kavuşturulması yerinde olacaktır.

2-) Geçici Limitet Şirket (Unternehmergesellschaft- UG)

Halk arasında genellikle Mini- GmbH veya 1 euroluk GmbH olarak anılan geçici limitet şirket kendi başına bir iş yapısı değil normal GmbH’nin bir çeşididir. Sorumluluk riskini sınırlamak isteyen ancak bir GmbH için gerekenden daha düşük bir sermaye ile başlamak isteyen girişimciler için özellikle uygun bir şirket türüdür. Teknik olarak 1 euro kadar küçük bir sermayeyle UG kurmak mümkündür. Kurulduktan sonra UG’nin yıllık net kârının en az %25’inin yedek olarak ayrılması gerekirken ayrılan sermaye 25.000-Euro’ya ulaşır ulaşmaz bu kâr ayırma zorunluluğu sona erer ve şirket normal bir GmbH’ye dönüştürülebilir.

Almanya Şirketleri

C-) ORTAKLIK ŞİRKETLERİ

1-) Adi Ortaklık (Gesellschaft bürgerlichen Rechts – GbR)

GbR, en az iki kişinin ortaklaşa bir iş kurması için gerekli olan bir ortaklık türüdür. Ortakların sınırsız sorumluluğu bulunur, ancak kurulum için asgari sermaye şartı yoktur ve kuruluş işlemleri nispeten basittir. Ticari sicile kayıt ve yıllık hesaplarını açıklama zorunluluğu bulunmaz.

2-) Ortaklık Şirketi (Partnerschaftsgesellschaft – PartG)

İki veya daha fazla serbest çalışan beraber iş yapmak istiyorsa bir ortaklık şirketi kurabilirler. Bir OHG veya KG’nin aksine bu yalnızca doktorlar, yazarlar, muhasebeciler veya vergi danışmanları gibi serbest meslek üyeleri tarafından kurulabilmektedir. Yazılı ortaklık anlaşması ve ortaklık kaydı gereklilikleri vardır ancak asgari sermaye şartı yoktur. Ortaklar şirketin borçlarına karşılık kişisel mal varlıklarıyla ve sadece kişisel eylemleriyle sınırlı olarak sorumludur. Sadece işin yapılması sırasında hatayı yapan kişi ilgili eylemin sorumluluğuna sahiptir. Bu iş türü limitet şirket (GmbH) kurmakta zorlananlar ve aynı çatı altında iş yapmak isteyen farklı serbest meslek gruplarına ait ortakların iş birliği için iyi bir alternatiftir. Piyasada “meslektaş ortaklığı” olarak da anılmaktadır.

Sermaye ortaklıklarıyla kıyaslandığında meslektaş ortaklığının esnek ortaklık yapısı, şirket sözleşmesi değişikliğinin kolaylığı, ticari kazanç vergisi muafiyeti, sadece bir sefer servet vergisine tabi olması, basit vergi bildirimi fırsatı, ortakların kişisel sorumluluklarının olmaması, yöneticilerin basit kişisel sorumluluklarının olması, birikmiş kârlar için düşük vergi oranı ve belli miktara kadar kâr dağıtımı gibi pek çok avantajı mevcuttur. Bu sebeplerle değerlendirilmesi gereken şirket türlerinden birisidir.

D-) ÖNEMLİ NOTLAR

  • Uygulamada limited şirket hakimdir. 2016 yılı itibarıyla Almanya’da 1.186.598 adet limited şirket, 15.453 adet anonim şirket ve 293 adet hisseli komandit şirket bulunmaktadır. 2008 yılından bu yana mevzuat, sermayesi normal asgari sermayenin altında kalan limited şirketlerin bir alt türü olan girişimci şirketlerine de imkan sağlamaktadır. Alman yasa koyucu, böylece İngiltere’de ‘1 (bir)’ sterlin ile kurulan ve artan sayıda yeni gelen İngiliz limited şirketlerine yerli bir alternatif oluşturmak istemiştir.
  • Alman mevzuatına göre Almanya’da kurulan bir şirket 2 – 8 hafta arasında faaliyete geçmektedir. Kanunen en geç 8 hafta içerisinde kuruluş tamamlanmaktadır.
  • Almanya’da şirket kurarak oturum izni alabilirsiniz. Şirketinizi kurduktan sonra, Almanya’nın serbest meslek sahibi girişimciler için sunduğu Gewerbe (Self-Empoloyement) Vizesine başvurabilirsiniz. Gewerbe Vizesi, Almanya’da bir iş kurmanıza veya işletmenize izin veren bir vize türüdür. Almanya’da yaşamak ve çalışmak isteyen serbest meslek sahiplerine verilen bir oturma iznidir. Bu vize ile Almanya’da üç yıla kadar geçici oturma izni alabilirsiniz. 3 yılın sonunda ise kalıcı oturum iznine başvurabilirsiniz.
  • Almanya’da bir hukuki varlık olarak şirket kurma maliyeti yaklaşık 1.800-Euro civarındadır. Bu miktar şirketinizi resmi olarak kaydettirmek için gereklidir. Ancak “Almanya’da online şirket kurmak” veya “Almanya’da lojistik şirketi kurmak” gibi spesifik iş alanları için bu maliyetlerde değişiklikler olabilir.

    i. Sanal Ofis Maliyetleri: Sanal bir ofis paketi, aylık olarak yaklaşık 200-Euro’ya mal olmaktadır. Bu, fiziksel bir ofise ihtiyaç duymayan şirketler için önemli bir seçenektir.

    ii. Muhasebe Ücretleri: Alman şirketleri için muhasebe ücretleri, aylık 100-Euro’dan başlamaktadır. Bu, işletmenizin finansal işlemlerini düzenli ve uygun bir şekilde yürütmek için gereklidir.

    iii. Kayıt Ücreti: Almanya’da bir GmbH kaydı için genel maliyet yaklaşık 400-Euro’dur. Ek olarak noter ücretleri de uygulanabilir.
  • Almanya’da firma kurmak isteyenler için bu bilgilerin bilinmesi büyük önem taşır.
Almanya Şirket Türleri ve Teşvik Örnekleri

II-) TEŞVİKLER

Almanya’da teşvik programları farklı fon araçları ve amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilmektedir. Söz konusu teşvik programları sağlanacak istihdam, söz konusu yatırımın kalkınmaya sağlayacağı katkı gibi şartlara bağlı olarak sağlanmaktadır. Almanya öncelikle yatırımın ülkeye sağlayabileceği katkıdan emin olmak istemektedir. Söz konusu teşvikleri hibeler, krediler ve garantiler şeklinde üç grupta incelemek mümkündür.

A-) YATIRIM HİBELERİ

1-) GRW Hibesi (Gemeinschasaufgabe – Verbesserung der regionalen Wirtschasstruktur)

Bu teşvik programına ilişkin şartlar Federal Enerji ve Ticaret Bakanlığı tarafından, Avrupa Birliği standartları da göz önünde bulundurularak belirlenmiştir. Buna göre, en yüksek teşvik Almanya’nın doğu bölgeleri için sağlanmaktadır. Şirket kuruluşu için ortaya çıkan yeni binalar, ekipmanlar, ürem makineleri ve personel maliyetlerinin bir kısmı bu hibe kapsamında karşılanabilir. Her eyaletin hibe için sağladığı imkanlar ve talep ettiği şartlar farklılık arz edebilmektedir.

2-) Ar-Ge Hibeleri (Forschung und Entwicklung)

Bu hibenin amacı öncelikle Ar-Ge projelerinin, bu projelerde yer alan çalışanların giderlerinin ödenmesi vasıtasıyla desteklenmesi ve bu projeler aracılığıyla da Alman Ekonomisi’ne fayda sağlamaktır. Bu hibe için yılda yaklaşık 70 milyar Euro bütçe ayrılmaktadır. Bununla birlikte, proje ekipmanları için yapılan giderler de, bu giderlerin projeyle tam olarak bağdaştırılabilmesi halinde karşılanabilmektedir. Almanya’daki ArGe projeleri Federal Hükümet tarafından teşvikler vasıtasıyla finanse edilmektedir. Teşvik oranı projenin özelliklerine göre farklılık göstermektedir.

3-) Personel İstihdam Hibeleri

Alman İstihdam Ajansı ile eyaletlerin özellikle kuruluş aşamasındaki önemli gider kalemlerinden birini oluşturan personel istihdamı giderlerine ilişkin teşvik programları bulunmaktadır. Bu teşvikler, işe alım desteği, istihdam öncesi eğimler, maaş destekleri ve istihdam sırasında eğimler şeklinde örneklendirilebilir.

B-) KAMU KREDİLERİ

Krediler, uzun vadeli geri ödeme programları, geri ödemesiz dönem imkanları sağlaması ve nispeten düşük faizler sunması nedeniyle yarımcılar için önemli bir teşvik niteliği taşımaktadır. Bu kredilerle yatırım finansmanı sağlanabilmekte ve yatırımcı esnek geri ödemelerle işletmesini kurma ve büyütme aşamalarında büyük avantaja sahip olmaktadır. KfW-Bankgruppe (Kreditanstalt für Wiederauau), Avrupa Yarım Bankası (Die Europäische Invesonsbank) kredi veren kurumlara örnek olarak gösterilebilir.

C-) KAMU GARANTİLERİ

Kamu garantileri özellikle düşük kredi notu bulunan ve bankalardan kredi almakta zorlanan yatırımcılar için büyük önem arz etmektedir. Nitekim kamu garantisi sayesinde hem bankalar sağladıkları krediler için teminat elde etmekte hem de yatırımcılar ihtiyaç duydukları kredileri kolayca kullanma imkanına sahip olmaktadır. Söz konusu garantinin kapsamı ve şartları bölgeden bölgeye farklılık göstermektedir.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır. 

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

TURİZM AMAÇLI KİRALAMA VE İZİN BELGESİ NEDİR ?

Bu yazımızda yapılan yasal düzenleme uyarınca hangi kiralamaların turizm amaçlı kiralama olarak kabul edileceği ve bu tür kiralama yapılabilmesi için alınması gereken izin belgesine ilişkin bilgiler verilecektir.

Yaz mevsiminde ev ve villa kiralanmaları turizm için sıklıkla kısa süreli olarak yapılmaktadır. Özellikle Airbnb gibi uygulamaların popüler olmasıyla bu konuyla ilgilenen kişilerin sayısı da bir hayli artmıştır. Bu şekildeki kiralamalar için 2023 yılında yasal düzenleme getirilmiştir.

I-) TURİZM AMAÇLI KİRALAMA NEDİR?

Konutların kullanıcılara en fazla 100 gün süreyle her türlü amaçla kiralanmasını turizm amaçlı kiralama olarak kabul edilmektedir.

Konut kavramıyla tapuda mesken, ev veya konut ifadesi olan taşınmazlar ifade edilmektedir. Tapuda mesken, ev veya konut olarak kayıtlı olmayan tarla, bahçe gibi kayıtlı olan taşınmazlar için alınan yapı kayıt belgesinde mesken, ev veya konut beyanları varsa bu taşınmazlarda da turizm amaçlı kiralama yapılabilir.

Turizm amaçlı kiralama, sadece turizm bölgelerindeki değil kısa süreli günlük, haftalık, aylık, sezonluk olup 100 günü aşmayan tüm konut kiralamaları kapsamaktadır.

II-) İZİN BELGESİ NEDİR?

Kiraya verenin konutunu gerçek veya tüzel kişilere en fazla 100 gün süreyle kiralamasına izin verilmesi amacıyla düzenlenen turizm amaçlı kiralama izin belgesidir.

III-) İZİN BELGESİNE KİMLER BAŞVURABİLİR?

Yasal düzenlemeyle, kiraya verene izin belgesini alma yükümlülüğü getirilmiştir. Malik, intifa hakkı ya da üst hakkı sahibi gerçek veya tüzel kişiler izin belgesi için kendi adlarına başvuru yapabilir.

IV-) İZİN BELGESİNE NASIL BAŞVURULUR?

Başvurular yalnızca e-Devlet’ten yapılabilmektedir. Elden veya posta yoluyla başvuru kabul edilmemektedir.

V-) İZİN BELGESİ İÇİN GEREKLİ OLAN ŞART VE BELGELER NEDİR?

A-) Genel Olarak

Turizm amaçlı kiralama yapılabilmesi için, izin belgesine konu bağımsız bölümün bulunduğu binanın tüm kat malikleri tarafından (oy birliği ile) turizm amaçlı kiralama faaliyeti yürütülmesinin uygun görüldüğüne ilişkin karar alınmış olması ve bu kararın başvuru aşamasında sunulması gerekmektedir.

B-) Üçten Fazla Bağımsız Bölümden Oluşan Binalar

Üçten fazla bağımsız bölümden oluşan binalarda bir kiraya verenin en fazla yüzde yirmi beşi için izin belgesi alabileceği düzenlenmiştir. Bu şekilde üçten fazla bağımsız bölümden oluşan binalar bakımından bir kiraya verenin turizm kiralaması yapabileceği konut sayısı sınırlanmıştır.

C-) Beşten Fazla Bağımsız Bölüm

Aynı binada bir kiraya veren adına beşten fazla bağımsız bölüm için izin belgesine başvurulması halinde bazı ek belgelerin daha sunulması gerekmektedir. Bu durumda işyeri açma ve çalışma ruhsatının; başvuruya konu binanın, birden fazla bağımsız bölüm içeren binalardan oluşan konut sitelerinde yer alması durumunda, binanın tüm kat malikleri tarafından oy birliği ile alınan kararın yanı sıra tüm kat malikleri tarafından oy birliği ile alınan kararın da başvuruya eklenmesi gerekmektedir.

D-) Yüksek Nitelikli Konutların Kiralanması

Yasal düzenlemeye göre, yönetim planında kısa süreli kiralama faaliyetine izin verildiğine dair hüküm bulunan; resepsiyon, güvenlik ve günlük temizlik servisi mekânlarının bulunduğu; sağlık hizmetleri, kuru temizleme, çamaşırhane, taşıma, yemek ve alışveriş servisi hizmetleri ile spor salonu ve yüzme havuzu gibi hizmetlerin verilebildiği birden fazla bağımsız bölümü ihtiva eden konutlar yüksek nitelikli konuttur. Bu konutlar için tüm kat malikleri tarafından oy birliği ile alınan karar aranmadan ve üçten fazla bağımsız bölümden oluşan binalarda en fazla yüzde yirmi beşinin turizm amaçlı kiralanabileceğine dair sınırlama uygulanmaksızın izin belgesi düzenlenebilir.

Yüksek nitelikli konutlarda kiralama faaliyetleri konut işletmesi aracılıyla yapılabilir. Eğer konut işletmesi aracılıyla kiralama yapılıyorsa izin belgesi konut işletmesini yapan şirket adına düzenlenir.

VI-) İZİN BELGESİ ALINMASININ MASRAFI NE KADARDIR?

İzin belgesi ve plaket ücretleri Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından belirlenmektedir.

VII-) TURİZM AMAÇLI KİRALAMALARA HANGİ MEVZUAT UYGULANIR ?

Turizm amaçlı kiralamalarda 2 Kasım 2023 tarihli ve 32357 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 7464 Sayılı Konutların Turizm Amaçlı Kiralanmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri uygulanmaktadır.

VIII-) DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR NELERDİR?

A-) Yasal Düzenlemeyle Getirilen Diğer Yükümlülükler

Turizm amaçlı kiralama yapılırken izin belgesinin alınmasının yanı sıra bazı yükümlülüklerin daha yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda:

1-Bakanlıkça nitelikleri belirlenen plaket, turizm amaçlı kiralama yapılan konutun girişine asılmalıdır.

2-Turizm amaçlı kiralamalarda 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu hükümlerindeki yükümlülükler yerine getirilmelidir.

3-Bakanlıkça istenilen bilgi ve belgelerin gereği gibi gönderilmesi, kiraya verenin değişmesi durumunda süresinde bildirim yapılması, yapılması gereken turizm payı ve diğer ödemelerin süresinde yapılması, yanıltıcı şekilde reklam yapılmaması ve kiralanan konutun kiracıya sözleşmeye uygun olarak teslim edilmesi gerekmektedir. Bunları aksi durumda için kiraya verene para cezası verileceği düzenlenmiştir.

B-) Yeniden Kiralama Yasağı

İzin belgesi sahibinden kiralanan konutun kullanıcılar tarafından kendi nam ve hesabına üçüncü kişilere kiralanması veya kendi adına mesken olarak kullanılmak amacıyla kiralanan konutun kiracısı tarafından kendi nam ve hesabına turizm amaçlı olarak üçüncü kişilere kiralanması yasaktır.

C-) 100 Günden Fazla Kiralamanın Fasılalı Olarak Yapılması

100 günü aşan kiralamalar bu düzenlemenin kapsamı dışında bırakılmıştır. Ancak bu durumun suistimal edilmemesi örneğin izin belgesi alınmasından ve diğer düzenlemelerden muaf olmak için bir evin sürekli 101 gün kiralanmasının önüne geçilmesi için, 100 günü aşan ilk kira sözleşmesinin tarihinden itibaren bir yıl içerisinde aynı konutu dört defadan fazla kiraya verenler hakkında para cezası uygulanacağı aynı yasal düzenlemede belirtilmiştir. İlgili hükme göre 100 günden fazla süreli yapılan sözleşmelerin ilkinden itibaren bir yıl içinde aynı konutun 4 defadan fazla kiraya verilmesi halinde bir milyon Türk lirası idari para cezası uygulanacaktır.

D-) İzin Belgesi Olmaksızın veya İzin Belgesinin Verdiği Yetkiye Aykırı Olarak Kiralama Yapanlar Hakkında Uygulanacak Para Cezaları

İlgili Kanun ile hangi hallerde idari para cezası düzenleneceği ayrıntı şekilde düzenlenmiştir:

1- İzin belgesi bulunmaksızın turizm amaçlı kiralanan konutları kiraya verenlere, kiralama yapılan her bir konut için yüz bin Türk lirası,

2- İzin belgesi olmaksızın kiralama yapan kiraya verenlere izin belgesini temin etmek için 15 gün süre verilmektedir. Bu süre geçtikten sonra izin belgesi olmadan kiralama yapılmaya devam edilmesi halinde bu şekilde kiralama yapanlara beş yüz bin Türk lirası, Bu para cezasının düzenlenmesinden sonra eylemlerin yine devam etmesi halinde ayrıca bir milyon Türk lirası,

3- İzin belgesi sahibinden turizm amaçlı kiraladığı konutu, kendi adına başkasına kiralayan kişilere her bir sözleşme için yüz bin Türk lirası,

4- İzin belgesi sahibinden mesken olarak kullanmak amacıyla kiraladığı konutu kendi adına turizm amaçlı kiraya veren kişilere her bir sözleşme için yüz bin Türk lirası,

5- İzin belgesi olmayan konutların turizm amaçlı kiralanmasına aracılık eden kişilere, her bir sözleşme için yüz bin Türk lirası

6- Yukarıda açıklanan para cezası uygulanacak eylemlerin elektronik ticaretine ve tanıtımına imkân sağlayan ve uyarıya rağmen bu eylemlere ilişkin içerikleri kaldırmayan hizmet sağlayıcıları hakkında, her bir konut için yüz bin Türk lirası, içerik hakkında erişimin engellenmesine karar verilirse bu karara uyulmaması halinde aracı hizmet sağlayıcılar hakkında her bir konut için yüz bin Türk lirası,

Turizm amaçlı kısa süreli kiralamalarla ilgili sorularınız için iletişim formunu doldurarak veya telefonla bize ulaşabilirsiniz.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453


REKABET YASAĞI

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 444. maddesi ile işçi ve işvereni arasında belli koşullarda rekabet yasağı kararlaştırılabileceği düzenlenmiştir. Ancak sadece belli koşulların varlığı halinde getirilebilecek olan rekabet yasağı belli sınırlamalara tabidir. Bu yazımızda rekabet yasağının sınırları ve Yargıtay’ın konuyla ilgili yerleşik içtihatları incelenecektir.

I-) REKABET YASAĞI NEDİR

İş sözleşmesinin sona ermesinden sonra işçinin eski işvereniyle rekabet etmemesi için rekabet yasağı düzenlenebilir. Bu husus 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun m. 444 hükmünde “Fiil ehliyetine sahip olan işçi, işverene karşı, sözleşmenin sona ermesinden sonra herhangi bir biçimde onunla rekabet etmekten, özellikle kendi hesabına rakip bir işletme açmaktan, başka bir rakip işletmede çalışmaktan veya bunların dışında, rakip işletmeyle başka türden bir menfaat ilişkisine girişmekten kaçınmayı yazılı olarak üstlenebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

II-) REKABET YASAĞI NASIL DÜZENLENMELİDİR

A-) İŞÇİ BAKIMINDAN

TBK m.444/2. hükmünde rekabet yasağının hangi işçiler bakımından geçerli olabileceği düzenlemiştir. Bu madde uyarınca rekabet yasağının geçerli olabilmesi için;

  • İşçinin, müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkânının olması,
  • Edinilen bu bilgilerin kullanılmasının işverenin önemli zararına sebep olacak nitelikte olması,

şartlarının tümünün gerçekleşmesi gerekmektedir

B-) ŞEKİL BAKIMINDAN

Rekabet yasağı sözleşmesinin yazılı yapılması gerekmektedir.

C-) YASAĞIN SINIRLANDIRILMASI BAKIMINDAN

Rekabet yasağının koşulları ve sınırları da kanunda açıkça belirtilmiştir. Rekabet yasağının sınırlandırılmasını düzenleyen TBK m.445 hükmünde;

Rekabet yasağı, işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye düşürecek biçimde yer, zaman ve işlerin türü bakımından uygun olmayan sınırlamalar içeremez ve süresi, özel durum ve koşullar dışında iki yılı aşamaz.”

şeklinde rekabet yasağının yer, zaman ve işlerin türü bakımından uygun sınırlamalar içermesi ve işçinin ekonomik geleceğini tehlikeye düşürecek şekilde olmaması gerektiği belirtilmiştir.

1-) YER BAKIMINDAN SINIRLANDIRMA

Yer bakımından sınırlandırma yapılırken işin yapılabileceği hiçbir yer bırakmayacak şekilde yapılan sınırlandırmalar yasaya uygun bir sınırlandırma olarak değerlendirilmemektedir. Örneğin deniz alanında çalışan bir işçinin rekabet sözleşmesine “Karadeniz, Ege ve Akdeniz bölgelerinde çalışamaz” yazılması halinde ülkenin yedi bölgesinin sadece üçünde yasaklama yapıldığı değil, sektörde çalışabileceği tüm bölgelerde yasaklama yapıldığı ve bu nedenle kanuna aykırı bir rekabet sözleşmesi olduğu tespit edilecektir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 21.05.2019 tarihli 2017/4900 E. ve 2019/3973 K. sayılı kararında “…yer olarak Marmara ve Ege bölgeleri olarak sınırlama bulunduğu, davacı şirketin ambalaj sektöründe faaliyet gösteren bir firma olduğu, bu tür faaliyetlerin ticaretin ve nüfus yoğunluğunun en fazla illerde gerçekleştirilebileceği, süre ve yer ile iş niteliğinin somut olay dikkate alındığında davalının ekonomik özgürlüğünü sınırlayarak ekonomik durumunu önemli ölçüde sarsacağı ve hakkaniyete aykırı olacağından rekabet yasağına ilişkin taraflar arasındaki sözleşmenin geçerli olmayacağı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir…” şeklinde işçinin çalıştığı sektörde hangi illerde/bölgelerde çalışabileceği gözetilerek karar verdiği görülmektedir.

2-) SÜRE BAKIMINDAN

Rekabet yasağının en fazla iki yıl için yapılabileceği yasada düzenlenmiştir. Rekabet yasağına ilişkin sürenin sözleşmede iki yılı aşmayacak şekilde ve açıkça belirlenmiş olması gerekmektedir.

3-) İŞLERİN TÜRÜ BAKIMINDAN SINIRLANDIRMA

Rekabet yasağına ilişkin maddenin iş türü bakımından sınırlandırma içermesi; sınırlanan iş türlerinin, işçinin önceki işverenin işyeri ve/veya işletmesinde fiilen çalışmakta olduğu görev ve pozisyon esas alınarak belirlenmesi ve açıkça belirtilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan sınırlandırmanın ne kadar dar tutulması gerektiğini Alpagut, bankacılık sektöründe geçerli bir yasağın sadece işçinin işveren nezdindeki görev kapsamına işaret eden örneğin, kambiyo işlemleri dahilinde bağlayıcı olacağına ilişkin verdiği örnekle belirtmektedir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 24.12.2009 tarihli 2009/26954 E. ve 2009/36971 K. sayılı kararında “… Rekabet yasağının işverene ait işlerden hangisi ya da hangileri ile sınırlandırıldığı ne[t] biçimde belirlenmelidir. Özellikle şirketlerin ticaret siciline kayıt sırasında faaliyet alanlarının geniş tutulduğu ülkemizde işçinin bütün alanlarda çalışmasının sınırlandırılması mümkün olmaz, işçinin işverene ait işyerinde yapmakta olduğu işle doğrudan ilgili … bir sınırlama getirilmeldir. …”  şeklinde sınırlanan işlerin neler olduğunun net bir şekilde yazılması gerektiği belirtilmiştir.

III-) REKABET YASAĞINI İHLAL EDEN İŞÇİDEN NELER TALEP EDİLEBİLİR

A-) Rekabet yasağına aykırı davrandığı tespit edilen işçi, bunun sonucu olarak işverenin uğradığı bütün zararları gidermekle yükümlüdür.

B-) Rekabet yasağı sözleşmesinde cezai şart belirlenmişse işçi bu cezai şartı ödeyerek rekabet yasağına aykırı davranışının doğurduğu borçtan kurtulabilir. Ancak işverenin cezai şartı aşan bir zararı varsa işçi cezai şartı aşan zararı gidermekle yükümlüdür.

C-) Yazılı olarak açıkça belirtilmiş olması halinde işveren işçinin rekabet yasağına aykırı davranışını sona erdirilmesini talep edebilir. Bu durumda mahkeme işverenin ihlal edilen menfaati ile işçinin davranışını gözeterek bir değerlendirme yaparak karar verir.

IV-) GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME NERESİDİR

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 01.06.2021 tarihinde verdiği 2021/3076 E. ve 2021/9789 K. sayılı ilke kararı uyarınca rekabet yasağına ilişkin dosyalara bakmakta görevli olan mahkeme iş mahkemeleridir.

Yetkili mahkeme ise davalının yerleşim yeri veya işin yapıldığı yere göre yetkili mahkemedir.

V-) REKABET YASAĞININ İHLALİ DAVASINDA İSPAT

İşçinin iş ilişkisiyle öğrendiği bilgilerin önemli bir zarara sebep olabileceğinin ya da işçinin bu bilgileri kullanarak eski işvereninin müşterilerini, işlerini başkasına yönlendirdiğinin, eski işvereninin önemli zararına sebep olduğunun ispat külfeti işverendedir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 24.06.2019 tarihli 2018/3243 E. 2019/4748 K. sayılı kararında “…otel müşterilerinin kalacağı oteli otel çalışanlarının yönlendirmesiyle değil aldığı hizmet-fiyat performansından memnun kalıp kalmamasına göre belirleyeceği, bu nedenlerle davalının haksız rekabet oluşturacak eylemi nedeniyle davacının zarara uğradığı şeklinde varılan sonuçların hukuken geçerli ispat vasıtalarıyla kanıtlanmadığı gerekçesiyle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun H.M.K.’nin 353(1)b-1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir…” şeklinde hüküm kurmuştur.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi’nin 28.01.2021 tarihli, 2019/47 E. ve 2021/81K. sayılı kararında“… Taşımacılık sektöründe fiyatların online ve ihale yöntemiyle belirlendiği hususu da dikkate alındığında, müşterilerin her zaman alternatif bilgileri araştıracakları açıktır. Taşıyıcının sorumlulukları gözetildiğinde, müşterinin malını en güvenli şekilde ve en ucuza taşıtmak istemesi, ticari hayata uygun bir davranıştır. Tedarikçi ve müşterilerin salt çalışanların yönlendirmesiyle firma tercihinde bulunmayacağı, sunulan hizmetin kalitesi, fiyat politikası gibi sair ekonomik nedenlerin de tercihte etkili olduğu gerçeği karşısında, asıl davada davalıların eylemlerinin haksız rekabet oluşturmadığı anlaşılmasına göre, asıl davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulü doğru değildir…” şeklinde işçinin eyleminin bir zarara sebep olduğunun davacı işveren tarafından ispatlanması gerektiği belirtilmiştir.

VI-) REKABET YASAĞININ SONA ERMESİ

Rekabet yasağı aşağıdaki hallerde sona erer:

  • İşverenin bu yasağın sürdürülmesinde gerçek bir yararının kalmaması,
  • İş sözleşmesinin haklı bir sebep olmaksızın işveren tarafından feshedilmesi,
  • İş sözleşmesinin işçi tarafından işverene yüklenebilen bir nedenle feshedilmesi,
  • İşçinin, rekabet yasağı sözleşmesindeki cezai şartı ödemesi,
  • Rekabet sözleşmesinin süresinin bitmesi,
  • Taraflardan birinin ölümü.

Rekabet yasağı sözleşmesiyle ilgili sorularınız için iletişim formunu doldurarak veya telefonla bize ulaşabilirsiniz.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453