KİŞİSEL VERİLERİN İHLALİNDE NE YAPILMALI?

Bilindiği üzere suç teşkil eden eylemler TCK md. 135 ila md.138 arasında cezai durumları düzenlenmiş olup Kişisel Verilerin Korunması hususu ise ayrı bir kanunla düzenlenmiştir. 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu madde 5/1’e göre kişisel veriler ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işlenemez. Yine KVKK’ya göre herkes veri sorumlusuna başvurarak kendisine ait kişisel verilerin silinmesini, yok edilmesini isteme hakkına sahiptir. Başvuru yoluna gitmenin zorunlu, şikâyet yoluna gitmenin ise seçimlik olması nedeniyle başvurusu zımnen veya açıkça reddedilen ilgili kişinin bir yandan Kurula şikâyette bulunabilmesi, diğer yandan doğrudan adli veya idari yargı yoluna gidebilmesi mümkündür.

I-) YARGI YOLU

Kişisel verileri ihlal edilen kişi, TCK kapsamında ceza mahkemelerine başvuru yapabilir. Kişisel verilerinin işlenmesinden zarar görmesi sebebi ile hukuk mahkemelerinde tazminat davası da açabilmektedir. Kurula siz şikayet edildiyseniz ve sonrasında Kurulca verilen herhangi bir idari para cezası var ise İdari Yargı yoluna gidebilmeniz de mümkündür. Ancak unutmamalı ki, haklılığınızı kanıtlamak için bir avukat yardımı almak elzemdir

II-) KVKK KAPSAMINDA BAŞVURU VE ŞİKAYET YOLU

Kanun, kişisel verilerin korunması kapsamındaki başvurular için kademeli bir başvuru usulü öngörmüştür. İlgili kişilerin, sahip oldukları hakları kullanabilmeleri için öncelikle veri sorumlusuna başvurmaları zorunludur. Bu yol tüketilmeden Kurula şikâyet yoluna gidilemez.

A-) VERİ SORUMLUSUNA BAŞVURU

Kişi rızası olmaksızın işlenen kişisel verilerle ilgili, ilk olarak ilgili kişi veri sorumlusuna başvuru yapmalıdır. KVKK md.11’de veri sorumlusuna başvuru sırasında neler talep edebileceğiniz açıkça sayılmıştır. Örneğin; kişisel verilerinizin işlenip işlenmediğini öğrenme, hukuka aykırı ele geçirilen verilerin yok edilmesini ve silinmesini isteme, kanuna aykırı işlemeden kaynaklı zararınızın tazminini isteme veyahut işlenen kişisel verilerinizle ilgili bilgi talep etme gibi konuları veri sorumlusuna iletmeniz gerekir.  Söz konusu olayda bu yolu kullanmak isterseniz, veri sorumlusuna başvuru yapmak zorundasınız. Yaptığınız başvurunun Türkçe olarak yapılması da bir zorunluluktur.

KVKK md.11 kapsamında başvuru dilekçesi hazırlayıp veri sorumlusuna iletmelisiniz. Bu iletimi, Resmi Gazetede yayımlanan 30356 Sayılı Veri Sorumlusuna Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Tebliğinde başvurunun usulü, süresi ve kapsamı açıklanmıştır.

Gönderdiğiniz başvuru sonrasında veri sorumlusu, başvurunuzu ya kabul edecektir ya da gerekçesini açıklayarak reddetme hakkına sahiptir. Başvuru sonucunu ilgili kişiye yazılı veyahut elektronik ortamda bildirebilir. Veri sorumlusu 30 gün içinde başvurunuza cevap vermelidir. Şayet 30 gün içinde başvurunuza cevap verilmemiş, başvurunuz reddedilmiş veya verilen cevap yetersiz ise Kurula şikayet sürecini başlatabilirsiniz.

B-) KVKK KURULUNA ŞİKAYET

Veri sorumlusuna başvuru sonrasında; yetersiz cevap verilmiş veyahut başvurunuz reddedilmiş ise 30 gün, başvurunuza süresi içinde cevap verilmemesi halinde ise başvuru tarihinden itibaren 60 gün içinde Kurula şikayet sürecini başlatmanız gerekmektedir. Kurulun inceleme yapabilmesi için mutlaka yapılmış olan bir şikayete ihtiyaç yoktur. Kurulun kişisel verilerin ihlali iddiasını herhangi bir şekilde öğrenmesi durumunda da resen harekete geçerek görev alanına giren konularda gerekli incelemeyi yapması yetkisi bulunmaktadır.

Şikayet oluşturabilmeniz için KVKK internet sitesine girerek e-devlet kapısı ile giriş yapmanız gerekmektedir. Sonrasında ise bir dilekçe veyahut başvuru yazısı oluşturmanıza gerek kalmadan şikayet formunu eksiksiz doldurarak şikayetinizi oluşturabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi için KVKK Şikayet Modülünü inceleyebilirsiniz.

Kanunda Kurulun, şikâyet üzerine yapacağı inceleme sonunda cevap vermesi öngörülmüştür ancak şikâyet tarihinden itibaren 60 gün içinde herhangi bir cevap verilmezse talebin reddedilmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BİREYSEL BAŞVURU YOLU

Birleşmiş Milletler Özel Komitelere Bireysel Başvuru Yolu

Birleşmiş Milletler Bireysel Başvuru yolu diğer uluslararası insan hakları koruma mekanizmalarına nazaran ülkemizde daha az bilinmektedir. İnsan hakları ile alakalı yargılamalar düşünülenden daha geniş yelpazede yer almaktadır. Örneğin ticaret hukukundan, vergi hukukuna, tapu uyuşmazlıklarından boşanma hukukuna kadar pek çok alanda temel hak ve özgürlüklerin ihlali ortaya çıkabilir. Dolayısıyla, temel hak ve özgürlüklerin  nasıl korunacağı konusu çok mühim bir hal almaktadır. Kişiler ulusal mahkemelerde bu hakların korunmadıklarını düşünüyorlarsa, uluslararası mahkemelere başvuru yapma zarureti ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Dünya üzerinde temel hak ve özgürlüklere aktif olarak koruma sağlayan iki tür insan hakları koruma mekanizması vardır. Bunlar Bölgesel ve Uluslararası insan hakları koruma sistemleridir. 

Ülkemizde de bilinen bölgesel insan hakları koruma sistemlerinden en yaygını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olmakla beraber,  Afrika ve Amerika’da da bölgesel insan hakları mahkemeleri bulunmaktadır. Bu makalemizde size Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine alternatif olabilecek uluslararası insan hakları koruma mekanizması olan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sistemi ve İnsan Hakları Komitesi bireysel başvuru mekanizmasını ele alacağız. 

Bu konuyu incelemek için öncelikle bireysel başvurunun temelini oluşturan Medeni ve Siyasal Haklar sözleşmesini (I), ve sonrasında bireysel başvuru mekanizmasını (II) analiz edeceğiz.

1-) Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi Çerçevesinde BM İnsan Hakları Koruma Mekanizması

Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, 16 aralık 1966 yılında BM kurulunun kararı doğrultusunda imzaya açılmıştır. Türkiye tarafından 15 ağustos 2000 tarihinde imzalanmış ve 18.06.2003 yılında Resmi Gazete’de yayınlanan kanun ile onaylanıp yürürlüğe girmiştir. Sözleşme içeriğinde bulundurduğu temel haklar açısından zengindir. Hennebel’e göre bu sözleşme uluslararası insan hakları sözleşmelerinin en tamamlanmış halidir. Bölgesel insan hakları koruma sözleşmelerini tamamlayıcı, daha da ötesi korunan haklar ve bünyesinde bu görevi icra ettiği Birleşmiş Milletler’in gücü itibariyle de etkili bir sözleşme durumundadır. 

İçerik açısından 1966 sözleşmesi oldukça zengindir. Yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, kölelik yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, keyfi tutuklama yasağı, mahkeme önünde eşitlik hakkı, din ve vicdan hürriyeti, ifade özgürlüğü, toplanma ve gösteri özgürlüğü, halkların kendi kaderini tayin hakkı, borç kaynaklı hapis yasağı gibi haklar ve devletler açısından da sınırlamalar vardır.  Türkiye Cumhuriyeti söz konusu sözleşmeye belirli şerhler koymuş olsa da büyük bir çoğunluğunu kabul etmiştir. Bu kabulle beraber, Birleşmiş Milletler bünyesindeki komitelere bireysel başvuru yapma olanağı tanınmıştır.  

Sözleşme ve imzacı devletler tarafından bireysel başvuruları değerlendirme yetkisi kabul edilen sözleşme organları şunlardır: İnsan Hakları Komitesi (CCPR), İşkenceye Karşı Komite (CAT), Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi (CESCR), Çocuk Hakları Komitesi (CRC), Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi (CEDAW), Engelli Hakları Komitesi (CRPD), Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi (CERD) ve Zorla Kaybedilenler Komitesi (CED). Makalemizde İnsan Hakları Komitesi’ne başvuru yoluna odaklanacağız. 

2-) İnsan Hakları Komitesine Bireysel Başvuru Yolu ve Başvuru Şartları 

Bireysel başvuru şartlarına değinmeden önce, söz konusu başvuruları değerlendirip karara bağlayan merciin İnsan Hakları Komitesi olduğunun bilinmesi gerekir. Sözleşmenin 28. maddesi uyarınca, komite taraf devletlerin vatandaşı olan 18 uzman üyeden oluşur. Bu üyeler seçim yoluyla belirlenir. Komite devletlerarası başvurular da dahil birçok başvuruyu ele alma yetkisine sahiptir.

Medeni ve siyasi haklara ilişkin sözleşmeye ek ihtiyari protokol ile, imzacı  devletlerin vatandaşları Komiteye bireysel başvuru yapma imkanına sahiptir. Bu başvuruyu yapmak için başvurucu belirli şartları sağlamalıdır. 

Başvuru Şartları

  • Bireysel başvuru sadece yetkili komitelere yapılmalıdır. Başvurunun yapıldığı komitenin seçilip, başvurunun bu komiteye hitaben yapılması gerekmektedir. Bu seçim sürecinde uzman bir avukat ile hareket etmek elzemdir.
  • Başvuruda şikayet edilen devlet sözleşmeye ve ek protokole taraf olup, komitenin yetkisini kabul etmiş olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti açısından bu şart sağlanmaktadır. 
  • Başvurucunun sözleşmenin ihlalinden şahsen mağdur olmuş olması aranmaktadır. Bu konuda birkaç istisna vardır. Ölüm veya sağlık sorunları neticesinde  mağdur başvuruyu kendisi yapamazsa, başvurucu ve mağdur farklı kişiler olabilirler. Başvurunun vekaleten bir avukat tarafından yapılabilmesi mümkündür.
  • Başvuru isimsiz (anonim) olmamalıdır. Başvurucu isminin açıklanmasında endişe yaşıyorsa, bu durumu başvurusunda belirtmelidir.
  • Başvurucu iç hukuk yollarını tüketmelidir. Başvurucu ihlal iddialarını ulusal mahkemelerin önünde dile getirip, öncelikle başvuru konusu hak ihlalinin imzacı devlet tarafından giderilmesini talep etmelidir. Başvurucunun tüketmesi beklenen iç hukuk yollarının etkili hukuk yolu olması; ihlali ortadan kaldıracak yetki ve kapasiteye sahip olması gerekir. Mevcut iç hukuk yolları bu niteliklere sahip değilse, iç hukuk yolları tüketilmeden de Komiteye başvuru yapılabilir.
  • İhlali oluşturan vakıalar ve ihlal edildiği iddia edilen haklar başvuruda açıkça belirtilmelidir.
  • Başvuru sadece Rusça, İngilizce, Fransızca ve İspanyolca dillerinde yapılabilmektedir. Başka bir dille yapılan başvuru kabul edilmez. 
  • İç hukukta verilen son kararın tebliğinden itibaren başvuru makul sürede yapılmalıdır. Komitenin içtihatlarında bu süre 5 yıl olarak değerlendirilmiştir.
  • Aynı başvuru konusuna ilişkin başka bir uluslararası mahkemede bu vakıalar hakkında başkaca başvuruların bulunmaması şartı da aranır. Örneğin aynı konu ile alakalı AİHM ve İnsan Hakları Komitesi’ne paralel başvuru yapılamaz. 

Sonuç  olarak, Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları koruma sistemi de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi bireysel başvuruya açıktır. Komite, ihlal iddialarının tartışılmasını, eğer bir ihlal tespit edilirse bu ihlalin tazmin edilmesi için gerekli önlemlerin alınmasını ve ihlallerin ortadan kaldırılması için imzacı devletlerin sözleşmeden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmesini takip eder. Başvuru şartları açısından AİHM sisteminden avantajlı olduğu taraflar olduğu gibi, dezavantajlı tarafları da vardır. Önemle vurgulamak gerekir ki, AİHM ve BM İnsan Hakları Komitesi arasında seçim yapma aşamasındaysanız, bunu kesinlikle alanında uzman bir avukat ile yapmanızı tavsiye ederiz. 

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır. 

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

VERGİ İHBARINDA İKRAMİYE NASIL KAZANILIR?

I-) VERGİ İHBARI NEDİR ?

Vergi ihbarı ikramiyesinin ne olduğuna geçmeden önce verginin ne olduğunu anlamak gerekir. Günümüzde gerek tüzel gerekse gerçek kişiler vergi mükellefi olabilmektedir. Anayasamızın 73. Maddesinde bu durum “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Cumhurbaşkanına verilebilir.” şeklinde açıklanmaktadır.

Ancak bazı durumlarda mükelleflerin vergilerini hukuka uygun şekilde ödemediği, vergi kaçırdığı veyahut usule aykırı işlemler yaptığı uygulamada karşımıza çıkan sorunlardandır.

Bu gibi durumların önüne geçilmesi için, 1905 sayılı “menkul ve gayrimenkul emval ile bunların intifa haklarının ve daimi vergilerin mektumlarını haber verenlere verilecek ikramiyelere dair kanun”1931 yılında yürürlüğe konularak önlem alınmıştır. İlgili kanundan anlaşılacağı üzere her bir vatandaşın usule uygun şekilde vergi ödemelerini yapma zorunluluğu ortaya konulmuş olup aksi bir durumda ise bunu ihbar eden kişilere ihbar (vergi) ikramiyesi ödenmesi amaçlanmıştır. Böylece ihbar eden kişilere,  ortaya çıkan vergi ve ceza üzerinden hesaplanarak ihbar ikramiyesi ödemesi yapılmaktadır.

Vergi kaçırmak aynı zamanda suç teşkil ediyor olup, tespit halinde faili aleyhine cezai süreç de yürütülür.

II-) İHBARDA GİZLİLİK ESAS MIDIR?

Vergi ihbarı yapıldığında kesinlikle yetkili merciiler bu incelemeyi gizlilik esaslarında yürütmek zorundadırlar. Vergi ihbarında bulunurken tüm bilgilerinize yer veriliyor olması bu bilgilerinizin ihbar edilene verileceği endişesi herkes tarafından yaşanmaktadır. Gizlilik konusunda, inceleme sonucunda ihbarın gerçek olup olmaması hususu önem kazanmaktadır.  Şayet vergi ihbarınız sabit çıkmazsa ihbar edilenin talebi üzerine yetkili merciiler muhbirin bilgilerini vermeye mecburdur. Asılsız vergi ihbarları, kişilerin veya işletmelerin itibarını zedelemesi, zaman ve kaynak israfına neden olması sebepleriyle hukuki ve cezai sorumluluk doğurabilmektedir. (Bu gibi durumlarda uzman avukatlardan yardım alınması sürecin hukuka uygun yönetilmesi açısından önem arz etmektedir.) Yapılan ihbar gerçek çıkar ve ikramiyeye hak kazanır iseniz hiçbir şekilde kimlik bilgileriniz paylaşılmaz, gizli tutulmak zorundadır.

III-) HANGİ TÜR VERGİ İHBARLARINDA İKRAMİYEYE HAK KAZANILABİLİR?

Hangi vergilerin ihbara konu olabileceğini 1905 sayılı Kanunun 6. maddesinde düzenlenmiştir:

  • Gelir Vergisi
  • Gelir Stopaj Vergisi
  • Kurum Stopaj Vergisi
  • Katma Değer Vergisi (KDV)
  • Özel Tüketim Vergisi
  • Damga Vergisi
  • Motorlu Taşıtlar Vergisi
  • Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi
  • Özel İletişim Vergisi
  • Şans Oyunları Vergisi
  • Tapu Harçları

Yukarıda sayılanlar dışında açıklamak gerekirse;  düşük KDV oranı uygulaması, IBAN/PTT çeki yolu ile ödeme talep edilmesi, fiş/fatura verilmemesi, başka işletmenin POS cihazının kullanılması, mükellefiyet kaydının olmaması, sahte/yanıltıcı belge düzenlenmesi veya kullanılması, personel ücretinin elden ödenmesi, kira gelirinin beyan edilmemesi, tapu harcının eksik ödenmesi, kaçak ürün satışının yapılması gibi konu başlıklarında vergi ihbarında bulunabilmektedir. Bir defaya mahsus olarak çıkartılan olağanüstü vergiler ve buna bağlı cezalar ise ikramiye uygulamasında dikkate alınmamaktadır.

IV-) İHBAR İKRAMİYESİ İÇİN VERGİ İHBARI NASIL YAPILIR?

İlk olarak ikramiyeye hak kazanabilmek için en önemli husus, ihbar yapılırken ihbar ikramiyesi isteğinizi belirtmiş olmanızdır. Eğer bu talebinizi belirtmezseniz ihbarınız gerçek çıksa dahi ikramiyeye hak kazanamazsınız. İkinci olarak ise ihbarınızı yaparken TC kimlik numaranız ile adres bilgilerinizi eksiksiz girmeniz gerekmektedir. Vergi ihbarında bulunmak için 3 yol vardır, bunlar :

  1. Yazılı şekilde bizzat ilgili kurumlara başvurmaktır. Herhangi bir Vergi Dairesi veyahut Mal Müdürlüğünden bu başvurular yapılarak ihbar edilen kişinin bağlı olduğu Vergi Dairesine gönderilebilir. İşlemleri ihbar edilenin Vergi Dairesi, başvuru dosyasının Vergi Dairesi Başkanlıklarına gönderir ve süreç Başkanlıklarca sonuçlandırılmaktadır. Yazılı verilen dilekçelerde en önemlisi elinizde bulunan ihbarı kanıtlar nitelikteki delilleri sunmanız ve somut bilgilerle ihbarı yapmanızdır.
  2. Sözlü şekilde 189 hattını arayarak başvurmaktır.
  3. E – devlet sistemi üzerinden Gelir İdaresi Başkanlığının Vergi Kayıp ve Kaçağına İlişkin İhbar Bildirimi formuyla ve de CİMER adresinden başvuru yapılabilmektedir.

Şunu belirtmekte fayda vardır ki; belirli bir konuya ilişkin olmayan veyahut genel nitelikli ifadeler içeren ihbarcıyla ilgili kimlik bilgileri taşımayan veya inandırıcı olmayan ihbarlar, incelemeye alınmaz.

V-) KİMLER İHBAR İKRAMİYESİ KAZANAMAZ?

1905 sayılı Kanunun 6’ncı maddesinin son fıkrası Vergi Usul Kanununun 5. maddesi dikkate alınarak değerlendirildiğinde:

  • Vergi incelemeleri ve muameleleri ile uğraşan memurlar,
  • Vergi kanunlarına göre oluşturulan komisyonlara katılanlar ( takdir ve uzlaşma komisyonu gibi),
  • Danıştay, bölge idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde görevli olanlar,
  • Vergi işlerinde görev yapan bilirkişiler,
  • Serbest muhasebeci mali müşavirler ve yeminli mali müşavirler,

tarafından yapılan vergi ihbarı sonucu doğacak matrah farkı için ihbar ikramiyesi ödemesi yapılmamaktadır. İhbarcının, ihbarda bulunduğu kurumun ortağı, yöneticisi veya çalışanı olması ihbar ikramiyesi almasına engel teşkil etmemektedir.

VI-) İHBAR İKRAMİYESİ ÖDEMESİ NASIL HESAPLANIR?

1905 Sayılı Kanunda düzenlenen ikramiye miktarları tahakkuk edecek vergi ve misil cezaları toplamı üzerinden :

500 TL’ye kadar %15,

500 – 5.000 TL arasında %30,

5.000 – 15.000 TL arasında %20

15.000 TL – üstü için ise %10

şeklinde düzenlenmiştir. İkramiye ödemeleri, ihbarın doğrulanması ve ikramiyeye hak kazanıldığının tespiti (rapor düzenlenmesi) sonrasında 1/3’ü, geri kalan 2/3’lük kısım ise ihbar edilenden tahsil edildikten sonra ödenmektedir.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır. 

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

İNSANLIĞA KARŞI SUÇ VE SOYKIRIM SUÇU

Toplu şiddet olaylarından arınmak maalesef tarih boyunca tam olarak mümkün olmamıştır. Özellikle 20. Yüzyıl’da azınlık gruplarının imha pratikleri zirve yapmıştır.

En genel ifadesiyle soykırım suçunun insanlığa karşı suçların özgün bir görünüşü olduğunu ifade edebiliriz. Bununla birlikte aynı eylemlerin iki suçu da oluşturduğu iddiasıyla hukuk ve hak mücadelesi vermek mümkündür.

I-) İNSANLIĞA KARŞI SUÇ

Kavramın ilk kez 1890 yılında siyah bir askerin ABD Dışişleri Bakanı’na yazdığı kölelik karşıtlığı konulu mektupta kullanıldığı ve hukuk metinlerinde ilk olarak 1899 ve 1907 tarihli La Haye Sözleşmeleri’nde yer aldığı bilinmektedir. Bununla birlikte insanlığa karşı suç kavramının uluslararası hukukta uygulamaya yönelik yer aldığı ilk metin, 1945 tarihli Nürmberg Askeri Ceza Mahkemesi Statüsü’dür. İnsanlığa karşı suç konulu ilk başarılı yargılamaları yürüten Nürmberg ve Tokyo Mahkemeleri ise sivillere yönelik olan suç eylemleri ve siyasi/inançsal/etnik ayrımcılık saikli yargılamalar olarak iki kategoride konuyu ele almıştır.

Nürmberg Mahkemesi, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüleri, BM Uluslararası Hukuk Komisyonu ve ilgili diğer belgelere (1948 Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, 1965 BM Tüm Irk Ayrımcılığı Çeşitlerinin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, 1968 Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçların Sınırlanmasına İlişkin Sözleşme, 1974 Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi İnsanlığa Karşı Suçlar ve Savaş Suçlarına İlişkin Yasal Engellerin Kaldırılması Sözleşmesi, 1984 BM İşkence Sözleşmesi vs.)  göre insanlığa karşı suç oluşturan eylemler şunlardır:

Devlet veya özel kişilerce, savaşta yahut ülke içi çatışmalarda sivillere karşı girişilen öldürme, toplu imha, köleleştirme, sürgün veya sair yolla acı çektirme suçları. Roma Statüsü 7. Maddesinde ise suçun kapsamı ve unsurları en geniş şekilde tariflenmektedir. Buna göre suçun unsurları; bir saldırının varlığı, saldırının sivil halka yönelmesi, yaygın veya sistematik olması ve kasıtlı olmasıdır.

Soykırım suçunda belli bir gurubu imha etme özel kastı aranırken insanlığa karşı suçta (olası kast da dahil) genel bir kastın suçun oluşmasına yettiği söylenebilir. Bu genel kastın belirleyici yönü ise insanın politik varlığına ve çoğulcu demokrasiye yönelmesidir.

Savaş suçunda korunan özne/hukuki değer suçların failleriyken, insanlığa karşı suçlarda korunan özne sistematik ve yaygın insani olmayan politikalara karşı insanlığın bütünüdür. Kant’ın 1795’te öne sürdüğü herhangi bir hukuk ihlalinin tüm insanlığı etkileyeceği düşüncesi bu yaklaşımın öncüllerindendir.

İnsanlığa karşı suçları düzenleyen TCK m. 77 ise uluslararası doktrinden farklı olarak genel kastın alanını ve suçun oluşma şekillerini şu şekilde daraltmıştır:

“Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:
a) Kasten öldürme.
b) Kasten yaralama.
c) İşkence, eziyet veya köleleştirme.
d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma.
e) Bilimsel deneylere tabi kılma.
f) Cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı.
g) Zorla hamile bırakma.
h) Zorla fuhşa sevketme.
Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.

II-) SOYKIRIM SUÇU

Uluslararası hukukta ilk olarak 1648 Westfalya Antlaşması ile azınlık gruplarının inançlarının imhasının yasaklandığı görülse de “soykırım” (jenosit/genos-cide: soy katli) kavramı ilk olarak Polonyalı hukukçu Raphael Lemkin tarafından Yahudilere yönelik Holokost’un katliam, pogrom ve benzeri kitle imha suçlarından farkının tespiti amacıyla 1943 yılında ortaya koyulmuştur.

Soykırım, BMGK’nin 11.11.1946 tarihinde aldığı kararla uluslararası suç sayılmıştır. Aynı şekilde, BMGK’nin 21 Aralık 1947 tarihli ve 180/1 sayılı kararıyla “soykırımın, kişi ve devletlerin ulusal ve uluslararası sorumluluğunu gerektiren uluslararası bir suç olduğu” kabul edilmiştir.

Daha sonradan farklı sözleşmelere (1949 Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri; 1966 Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi; 1984 İşkence, Aşağılayıcı Muamele ve Cezalandırmalara ve İnsanlık Dışı Muamelelere Karşı Sözleşme; 1989 Çocuk Hakları Sözleşmesi vs.) konu olsa da, uluslararası sözleşmelere ilk olarak 1948 tarihli BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ile birlikte dahil olmuştur. Türkiye’nin de taraf olduğu sözleşmenin  2. maddesi şu şekildedir:

“Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur.

a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;

b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;

c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;

d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;

e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek.”

Aynı sözleşmenin 3. maddesinde faillerle işbirliği/iştirak içinde olan, suçun işlenmesini kışkırtan veya suça teşebbüs edenlerin de sivil yahut devlet görevlisi olmasına bakılmaksızın cezalandırılması gerektiği düzenlenmiştir.

1988 Roma Sözleşmesi’ne istinaden kurulan ICTR ve ICY mahkemelerinde Ruanda ve Bosna soykırımlarının yargılandığı, Nürmberg Askeri Mahkemesinde yapılan Yahudi soykırımı yargılaması sonucunda ise soykırımdan değil, insanlığa karşı işlenmiş suçlardan ceza verildiği bilinmektedir.

Soykırım suçunun varlığı halinde, Türkiye hukukunda –TCK m. 76‘da uluslararası hukuk metinleriyle benzer bir düzenleme yapılmış- zamanaşımının uygulanmayacağı kabul edilmiştir:

“(1) Bir planın icrası suretiyle, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yokedilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:

a) Kasten öldürme.

b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme.

c) Grubun, tamamen veya kısmen yokedilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.

d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması.

e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi.

(2) Soykırım suçu failine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. Ancak, soykırım kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.

(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.

(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.”

Uluslararası Af Örgütünün 2024 yılındaki Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna sunduğu rapora göre geçtiğimiz 10 yılda en az 18 insanlığa karşı suç vakası kaydedilmiştir. Umuyoruz ki insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçları, uluslararası insan hakları hukukunun ve temel hak ve hürriyetlerin tüm dünyada içselleştirilmesi marifetiyle insanlık tarihinden silinecektir. Bunun için tüm hukukçuların ve tüm kamuoyunun inisiyatif alması gerekmektedir. Hukukçular ulusal ve uluslararası yargı sistemlerinin bu ve benzeri evrensel öneme sahip başlıklarda iyi çalışması için özenli olmalıdır.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır. 

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

MEHİR

Ülkemizde resmi nikahtan önce veya sonra sıklıkla mehir senedi, mehir sözleşmesi yapılmaktadır. Ancak bu anlaşmayı yapan taraflar genellikle bu sözleşmenin hukuki niteliğini bilmemektedir. Bu yazımızda mehir sözleşmesinin, mevcut hukuk düzenimizde geçerli olup olmadığını, geçerlilik şartlarını ve mehrin geri alınmasının mümkün olup olmadığı incelenmiştir.

I-) MEHİR SENEDİ NEDİR?

Mehir, İslam Hukuku’nda evlilik akdinin doğurduğu bir yükümlülük olarak, erkeğin eşine vermesi gereken para, mal ya da ekonomik değeri olan şeydir. Günümüzde yapılan mehir senetleri ise kocanın evlenme anında ya da devamı sırasında yahut boşanma veya ölüm halinde eşine belirli bir mal, para veya ekonomik değeri olan bir şeyi armağan etmesi olarak tanımlanmaktadır.

Mehir, günümüzde iki türlü kararlaştırılmaktadır. Kocanın sözleşmede belirtilen ekonomik değere sahip şey veya şeyleri geçerli bir evlenme sonrasında verece durumda “mehr-i muaccel”, boşanma veya ölüm hâllerinde vereceğinin kararlaştırıldığı durumda ise “mehr-i müeccel” söz konusu olmaktadır.

II-) MEHRİN HUKUKUMUZDAKİ NİTELİĞİ NEDİR?

Bu konuda farklı doktrin görüşleri bulunmakla birlikte Yargıtay, mehir senetlerini bağışlama veya bağışlama vaadi olarak kabul etmektedir.

III-) MEHİR SENEDİNİN GEÇERLİLİK ŞARTLARI NELERDİR?

Türk Borçlar Kanunu’nun 288. maddesi uyarınca bağışlama vaadinin yazılı şekilde yapılması şarttır. Bu nedenle mehir senedinin de yazılı olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Eğer mehir senediyle bağışlanacak olan şey taşınmaz veya taşınmaz üzerindeki hak ise resmi şekil şartı aranmaktadır. Bir diğer anlatımla mehir olarak bir taşınmaz devredilecek ise tapu memuru önünde bağışlamanın yapılmış olması gerekir.

Yazılı yapılmayan veya taşınmaz ya da taşınmaz üzerindeki bir hakkın devri söz konusu olduğunda resmi şekilde yapılmayanlar şekle aykırılık nedeniyle geçersiz olacaktır.

IV-) MEHİR TALEBİNİN ZAMANAŞIMI NEDİR?

Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesi uyarınca mehrin ödenmesinin belirli bir vadeye bağlanması durumunda alacak muaccel olduğu tarihten itibaren 10 yıllık zamanaşımına tabi olur. Örneğin boşanmaya bağlanan mehir alacaklarında 10 yıllık süre, boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren başlamaktadır.

V-) MEHİR GERİ ALINABİLİR Mİ?

A-) Mehir kadın eşe verilmişse bağışlamanın geri alınması hükümlerine uyularak geri alınabilmektedir. Bu durumda;

  1. Kadın eş, erkek eşe veya yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse,
  2. Kadın eş, erkek eşe veya onun ailesinden bir kimseye karşı kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranmışsa,
  3. Mehir, bir şart karşılığında kadın eşe verildiğinde, mehir alacaklısı haklı bir sebep olmaksızın bu şartı yerine getirmemişse,
  4. Mehir veren erkek eşin mali durumu, sonradan sözün yerine getirilmesi kendisi için olağanüstü ağır kılacak ölçüde değişmişse,
  5. Erkek eşin mehir sözü verdikten sonra, kendisi için yeni aile yükümlülükleri doğmuş veya bu yükümlülükleri önemli ölçüde ağırlaşmışsa,
  6. Mehir veren erkek eş, mehiri ödeme güçlüğüne düşmüş veya iflas etmişse,

mehir geri alınabilmektedir.

B-) Mehir kadın eşe henüz verilmemişse bağışlama sözünün geri alınması hükümleri uygulanacaktır. Bağışlama sözünden dönme yukarıdaki hallere ek olarak Türk Medeni Kanunu’nun 296. maddesi uyarınca bağışlama sözünden sonra bağışlama sözü verenin mali durumu sözün yerine getirilmesini kendisi için olağanüstü ağır kılacak ölçüde değişmişse, kendisi için yeni aile yükümlülükleri doğmuş veya bu yükümlülükleri önemli ölçüde ağırlaşmışsa, borcu ödeme güçsüzlüğü belirlenir veya iflasına karar verilirse bağışlama sözünü eren bu sözünü geri alabilir.

VI-) MEHRİN GERİ ALINMA SÜRESİ NE KADARDIR?

Bağışlayan, Türk Medeni Kanunu m.297 uyarınca geri alma sebebini öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alabilir. Bağıştan rücu sebebini oluşturan davranışın yargılamayı gerektirmesi durumunda, hak düşürücü süre mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.

VII-) MEHRİN GERİ ALINMASINI KİMLER TALEP EDEBİLİR?

Bağışlayan bağışlamadan dönebilir. Belli durumlarda bağışlayanın mirasçıları da bağışlamadan dönebilir. Türk Medeni Kanunu m.297 uyarınca bağışlayan bir yıllık süre dolmadan ölürse, geri alma hakkı mirasçılarına geçer ve mirasçıları bu sürenin sona ermesine kadar bu hakkı kullanabilirler. Bağışlayan, sağlığında geri alma sebebini öğreneme­mişse, mirasçıları, ölümünden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alma hakkını kullanabilirler. Bağışlanan, bağış­layanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldürür veya onun geri alma hak­kını kullanmasını engellerse, mirasçıları ba­ğışlamayı geri alabilirler.

VIII-) İLGİLİ YARGI KARARLARI

A-) Mehir sözleşmeleri bağışlama veya bağışlama vaadi niteliğindedir.

“Türk Medeni Kanunu, evlenme sözleşmesi sırasında karı kocadan birinin diğerine bir mal veya para vermesini ya da vermeyi vaad edip bir süre ertelemesini yasaklamamıştır. Bu nedenle, eski hükümlere göre kurulmuş mehir, Medeni Kanun tarafından yasaklanmış bir hukuki ilişki olarak kabul edilemez.” (2.12.1959 günlü, 14/30 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesi). Mehir sözleşmeleri bugün de geçerlidir. (Örnek: Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi’nin 25.10.1965 günlü, 4557/5028 sayılı kararı)”

Öte yandan; mehri müeccel, ileriye (evliliğin boşanma ya da ölümle son bulunması haline kadar) yönelik bir bağışlama vaadidir. Koca dışında üçüncü bir kişinin de bağışlama vaadi geçerlidir. Ancak, bu durum, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 128. maddesinde ( 818 sayılı BK 110. maddesi) yazılı üçüncü kişi yararına borç altına girme olmayıp, TBK’nın 288. maddesinde (BK 238. maddesi) düzenlenmiş bağışlama vaadidir. Bağışlama vaadinin geçerliliği, yazılı olma koşuluna bağlıdır. (TBK m. 288/1)…

Bu durumda; davacının talebi,  mehir olarak ödenmiş olan (mehri muaccel) bir alacak değil, bağışlamavaadi şeklinde (mehri müeccel) niteliğinde, mehir senedinden kaynaklanan alacak talebine ilişkindir. Mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunmaktadır. Bu sebeple, uyuşmazlık, aile hukukundan kaynaklanan alacak niteliğinde olmayıp, genel hükümlere dayalı ( TBK 286 vd.) alacak istemi niteliğindedir.”  (Yargıtay 3. HD., E. 2019/482 K. 2019/3079 T. 8.4.2019)

B-) Bağışlama vaadi şeklindeki (mehri müeccel) niteliğindeki mehir ile ilgili uyuşmazlıklara bakmaya görevli mahkeme asliye hukuk mahkemeleridir.

“Davacının talebi, mehir olarak ödenmiş olan (mehri muaccel) bir alacak değil, bağışlama vaadi şeklinde (mehri müeccel) niteliğinde, mehir senedinden kaynaklanan alacak talebine ilişkindir. Taraflar arasında sözleşme ilişkisi vardır. Uyuşmazlık, Aile Hukukundan dayalı alacak niteliğinde olmayıp, genel hükümlere dayalı (TBK m. 286 vd., eBK m. 234 vd.) bir alacak talebi niteliğindedir. Hal böyle olunca, davayı görmeye genel mahkemeler görevlidir. Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir (HMK m. 1, 3, 114/1,c, 115/1). O halde mahkemece, bu taleple ilgili dava hakkında HMK 167. maddesi gereğince ayırma ve görevsizlik kararı verilmesi gerekirken; hatalı değerlendirme ile işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuş, bozmayı gerektirmiştir.” (Yargıtay 8. HD.14.03.2016 tarihli ve 2014/22932 E. 2016/4548 K.)

C-) Evlilik birliği için davalı erkek tarafından taahhüt edinilen mehir alacağına ilişkin uyuşmazlıklar aile mahkemelerinde görülür.

“..davacı kadının, dava konusunun evlilik birliği için davalı erkek tarafından taahhüt edinilen mehir alacağına ilişkin olması, tarafların resmi olarak evlilik yapmaları, sonrasında boşanmaları dikkate alındığında; mehir alacağına yönelik dava da dava konusunun evlilik birliğinden doğması nedeni ile mehir alacağına yönelik davalarda görevli mahkemenin Aile Mahkemesi olduğu..” (Adana BAM, 2. HD., E. 2019/1259 K. 2019/1786 T. 27.12.2019)

“Taraflar arasındaki uyuşmazlığın, davacıya evlilik nedeni ile hediye edilecek olan ve davacının boşandığı eşi ile eşinin babasının imzaladıkları mehir senedinde gösterilen 150 gram 22 ayar altından davalıya teslim edilmeyen 70 gram 22 ayar ziynet eşyasının bedelinin davalı kocadan tahsiline yönelik olduğu anlaşılmakla, bu ihtilafın çözümlenmesi 4787 Sayılı Kanun’un 4. maddesi ile 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 179. ve devamı maddelerinin açık düzenlemeleri doğrultusunda, iş bu davanın Aile Mahkemesinde görülmesi gerekmektedir.” (Konya BAM, 4. HD., E. 2020/1222 K. 2020/1290 T. 2.10.2020)

“Somut olayda; taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacıya evlilik nedeni ile hediye edilecek ziynet ve eşyaları gösteren ve davalı …’ün imzaladığı mehir senedinde gösterilen ziynet eşyası ve çamaşır makinesi bedelinin davalı eski kayınpederden tahsili istemine ilişkin olup, davacının söz konusu talebinin açık bir biçimde Aile Mahkemesinin görevine girdiği anlaşılmaktadır.” ( Yargıtay 3. HD., E. 2016/20303 K. 2018/7653 T. 5.7.2018)

Mehir senedine ilişkin detaylı bilgi almak için iletişim formunu doldurarak veya telefonla bize ulaşabilirsiniz.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

 

 

 

 

 

 

 

KİRA PARASININ TESPİTİ DAVASI

I. KİRA PARASININ TESPİTİ DAVASI

Tarafların karşılıklı iradeleriyle kurulmuş olan kira sözleşmesi devam ederken tarafların bu sözleşmeyle yüklendikleri edimleri yerine getirmesi gerekir. Ancak sözleşme devam ederken ortaya çıkan yeni şartlar bazen sözleşmedeki kira bedelinin tespit edilmesi ihtiyacını doğurur. Nitekim ortaya çıkan yeni durumlar karşısında kira bedeli emsal kiralara göre fahiş veya çok az kalmış olabilir. Bu durumda kira miktarının emsal kira bedelleri, kira artış oranları ve kiralananın niteliği gibi özellikler gözetilerek yeniden tespit edilmesi gerekebilir. Bu yazımızda endekse göre kira belirlenmesi değil kira parasının beş yıllık kira süresinden sonra tespitine ilişkin davalar incelenmiştir.

II. KİRA PARASININ TESPİTİ DAVASININ USUL ŞARTLARI

Bu davanın açılabilmesi için için geçerli bir kira ilişkisinin olması, kira süresinin beş seneyi geçmesi, dava açacak tarafın dava açmakta hukuki yararının olması gerekmektedir. Ayrıca dava açılmadan önce bu konuda arabuluculuk yapılmış olması gerekmektedir. İhtarname gönderilmesi şart olmamakla birlikte aşağıda açıklanacağı üzere kira sözleşmesinin yenilenmesinden en az otuz gün önce kiracıya ihtarname gönderilmesi yeni kiranın başlayacağı dönemin belirlenmesinde önem arz etmektedir.

A. GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME

Bu dava kiralananın bulunduğu yer sulh hukuk mahkemesinde açılmalıdır.

B. KİRA PARASININ TESPİT DAVASINI KİMLER AÇABİLİR

Kira parasının geçen kira süresinde ortaya çıkan gelişmeler neticesinde emsallere göre az kaldığını iddia eden kiraya veren kira parasının arttırılarak tespiti; rayiçlere göre oldukça yüksek kira parası ödediğini iddia eden kiracı ise kira parasının azaltılarak tespiti için dava açabilir.

C. DAVA AÇMA SÜRESİ

Kira bedelinin tespiti davası kira süresinin beş seneyi geçmesi halinde her zaman açılabilir. Ancak dava açılış tarihi ve bazı diğer şartlar yeni kiranın ne zamandan itibaren geçerli olacağını etkilemektedir. 

  1. Sözleşmenin yeni kira döneminden en az otuz gün önce,
  2. Sözleşmenin yeni kira döneminden en az otuz gün önce karşı tarafa kira bedelinin arttırılacağı yazılı olarak bildirilmişse yeni kira döneminin sonuna kadar,
  3. Eğer kira sözleşmesinde kira bedelinin artacağına ilişkin bir madde varsa yeni kira döneminin sonuna kadar 

dava açılması halinde mahkemenin belirlediği kira bedeli yeni dönemin başlangıcından itibaren geçerli olur.

III. KİRA PARASININ TESPİTİ DAVASINDA NELER TALEP EDİLEBİLİR

Kiracı açacağı kira tespit davası ile kira parasının kira sözleşmesi yapıldıktan sonra ortaya çıkan durumlar neticesinde rayiçlerine göre yüksek kaldığını iddia etmekte ve bu nedenle kira parasının azaltılarak tespit edilmesini talep etmektedir.

Kiraya veren ise tam tersine kira parasının kira sözleşmesi yapıldıktan sonra meydana gelen gelişmeler uyarınca emsallere göre az kaldığını iddia etmekte ve bu nedenle kira parasının arttırılarak tespit edilmesini talep etmektedir.

IV. KİRA PARASININ TESPİTİ DAVASININ SONUCUNDA HAKİM NASIL KARAR VERİR? 

A. Taleple Bağlılık İlkesi

Kira bedelinin tespiti davalarında da taleple bağlılık ilkesi geçerlidir. Mahkeme kira bedeli için yapılan araştırma neticesinde tespit edilen kira bedeline davacının talebini aşar şekilde karar veremez. Örneğin kiraya veren kira bedelinin 35.000-TL olması gerektiğini iddia etmiş ve kira bedelinin 35.000-TL olarak tespit edilmesi talebiyle dava açmış, yapılan yargılamada ise kira bedelinin 40.000-TL olması gerektiği tespit edilmişse de taleple bağlılık ilkesi gereği mahkeme yeni dönem kirasının 35.000-TL olduğuna hükmedecektir.

B. Hakimin Takdir Yetkisi

Hakim, kira tespit davalarında kiralananın durumu ve emsal kira bedellerini gözeterek hakkaniyete uygun bir kira bedelini belirler. Kira tespit davalarında bilirkişi raporlarıyla tespit edilen kira bedelinde yaklaşık %20 hakkaniyet indirimi uygulanmaktadır. 

C. Vekalet Ücreti

Tarafların davalarını avukatlarıyla takip etmeleri halinde kira tespiti davasını açan davacı iddialarını ispatlar ise lehine, iddiasını ispatlayamazsa aleyhine vekalet ücretine karar verilir.

Ancak davacı kiraya verenin talep ettiği kira bedelinden azına hakkaniyet indirimi nedeniyle hükmedilmişse aleyhe vekalet ücretine hükmedilmez.

D. Kısmi veya Belirsiz Dava Açılamaması ve Talebin Islah Edilememesi

Hakim dava devam ederken davacının ıslah ya da talep arttırım beyanına göre hüküm kuramaz. Nitekim kira parasının tespiti davaları belirsiz alacak davası veya kısmi dava şeklinde açılamaz. Davacı dava başındaki dilekçesiyle fazlaya ilişkin haklarını saklı tutamaz ve sonradan ıslah veya talep artırım yoluyla talebini değiştiremez. 

V. İLGİLİ MEVZUAT 

Türk Borçlar Kanunu m.344

“Tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır.

Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla hâkim tarafından, kiralananın durumu göz önüne alınarak hakkaniyete göre belirlenir.

Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde ve bundan sonraki her beş yılın sonunda, yeni kira yılında uygulanacak kira bedeli, hâkim tarafından tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranı, kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önünde tutularak hakkaniyete uygun biçimde belirlenir. Her beş yıldan sonraki kira yılında bu biçimde belirlenen kira bedeli, önceki fıkralarda yer alan ilkelere göre değiştirilebilir.

Sözleşmede kira bedeli yabancı para olarak kararlaştırılmışsa, 20/2/1930 tarihli ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun hükümleri saklı kalmak şartıyla, beş yıl geçmedikçe kira bedelinde değişiklik yapılamaz. Ancak, bu Kanunun, “Aşırı ifa güçlüğü” başlıklı 138 inci maddesi hükmü saklıdır. Beş yıl geçtikten sonra kira bedelinin belirlenmesinde, yabancı paranın değerindeki değişiklikler de göz önünde tutularak üçüncü fıkra hükmü uygulanır.”

Türk Borçlar Kanunu m.345

“Kira bedelinin belirlenmesine ilişkin dava her zaman açılabilir.

Ancak, bu dava, yeni dönemin başlangıcından en geç otuz gün önceki bir tarihte açıldığı ya da kiraya veren tarafından bu süre içinde kira bedelinin artırılacağına ilişkin olarak kiracıya yazılı bildirimde bulunulmuş olması koşuluyla, izleyen yeni kira dönemi sonuna kadar açıldığı takdirde, mahkemece belirlenecek kira bedeli, bu yeni kira döneminin başlangıcından itibaren kiracıyı bağlar.

Sözleşmede yeni kira döneminde kira bedelinin artırılacağına ilişkin bir hüküm varsa, yeni kira döneminin sonuna kadar açılacak davada mahkemece belirlenecek kira bedeli de, bu yeni dönemin başlangıcından itibaren geçerli olur.”

VI. EMSAL KARARLAR

Yargıtay HGK., E. 2017/2792 K. 2021/267 T. 16.3.2021 kararı;

“Daha önce de belirtildiği gibi kira bedelinin tespiti davaları kendine özgü bir dava olup inşai davalar sonunda verilen kararlara yakın bir niteliktedir. Bu davalarda sadece ilgili kira döneminde geçerli olacak kira bedelinin tespiti istenir ve kira bedelinin tespiti davasının sınırlı bir konusu vardır. Dava sonucunda hâkim, ileriye yönelik olarak bir yıllık süre zarfında uygulanacak olan kira bedelini belirler ve kira sözleşmesinde yer alan kira bedeli, hâkim kararı ile değiştirilmiş olur. Davanın bu niteliği gereğince kira bedelinin tespitine ilişkin talep bölünemez ve kira bedeli davacı tarafından bir seferde açık ve net olarak istenilmesi gerekir. Diğer bir anlatımla kira bedelinin tespiti davalarında fazlaya ilişkin haklar saklı tutulamaz ve saklı tutulan bu hakla ilgili olarak ıslah talebinde bulunulamaz.”

Yargıtay 3. HD., E. 2017/7675 K. 2019/2965 T. 04.04.2019 kararı;

“Mahkemece; kira sözleşmesinin başlangıç tarihi 23/04/2010 tarihine göre, Türk Borçlar Kanunu’nun 345. maddesinde belirtilen yasal süre dikkate alınmadan 12/06/2015 tarihinde açılan davanın, zamanaşımı ve hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine dair verilen karar; davacı tarafın temyizi üzerine, Dairece verilen 04/04/2019 tarihli ve 2017/7675 E. 2019/2965 K. sayılı kararla; (…Kira sözleşmesinin 5. maddesinde her yıl kira bedelinin TÜİK’in açıklayacağı ÜFE+TÜFE ortalaması ile artırılacağı kararlaştırılmıştır. Bu hale göre sözleşmede kira bedelinin artırılacağı düzenlenmiştir. Bu durumda 12/06/2015 tarihinde açılan dava süresinde olup, mahkemece sözleşmede artış şartı olduğu gözetilerek hak ve nesafet dönemi sayılan 23/04/2015 tarihinden itibaren kira bedelinin tespitine karar verilmesi gerekir…”

Yargıtay 6. HD., E. 2014/9341 K. 2014/11318 T. 21.10.2014 kararı ve Yargıtay 6. HD., E. 2014/3215 K. 2014/14042 T. 16.12.2014 kararı;

“Kira tespiti davalarını hukuki yararının bulunması halinde kiracı da açabilir. Bu dava kira uyarlama davalarından farklı olup, kiracılık süreci içinde kiralananın durumu, bulunduğu konum ve ekonomik gelişmeler gibi faktörlere nazaran kiracının ödemekte olduğu kira parasının kendisini ekonomik yönden güç duruma sokması durumunda kira parasının tespitini istemesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. “

Yargıtay 3. HD., E. 2009/1776 K. 2009/2847 T. 26.02.2009

“Davalı idare tarafından ihtar ile bildirilen aylık kira parasının tarafları bağlayıcı bir sözleşme veya mahkeme ilamı bulunmadığı sürece, kiracının önerilen (ihtar edilen) bu kirayı talep edilen miktarda artırarak ödeme zorunluluğu bulunmadığından davacı kiracının dava açmakta hukuki yararı yoktur.”

Yargıtay 3. HD., E. 2011/12494 K. 2011/11625 T. 05.07.2011

“18.11.1964 gün ve 2/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde kiracılarında, kiralayanlar gibi aylık kira parasının tespitini istemeye hakkı olduğu belirtilmiştir. Ancak, kiracı yeni dönemde kira parasının emsallerine göre daha azaldığını ispat etmek zorundadır.”

Yargıtay 3. HD., E. 2012/23344 K. 2013/316 T. 16.01.2013

“Dava, kiracının açtığı kira tespit davasıdır. HGK.20.12.1967;163/164 sayılı kararına göre de; “Kiracı kira parasının indirilmesi (tenzili) talebiyle kira tespit davası açabilir.”

Ankara BAM, 15. HD., E. 2021/3193 K. 2023/1276 T. 19.4.2023

“Yargıtay 6.Hukuk Dairesi’nin 2014/3215 Esas – 2014/14042 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere kira tespiti davalarını hukuki yararının bulunması halinde kiracı da açabilir. Bu dava kira uyarlama davalarından farklı olup, kiracılık süreci içinde kiralananın durumu, bulunduğu konum ve ekonomik gelişmeler gibi faktörlere nazaran kiracının ödemekte olduğu kira parasının kendisini ekonomik yönden güç duruma sokması durumunda kira parasının tespitini istemesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır”

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

MİRAS HUKUKUNDA SAKLI PAY VE TENKİS DAVASI

I-) SAKLI PAY

A-) Nedir?

Kıta Avrupası hukukunda ve bizim hukukumuzda bazı yasal mirasçılar, miras bırakanın tasarruflarına karşı korunmuştur. Buna göre miras bırakan (muris), saklı paylar toplamı dışında kalan kısım üzerinde dilediği gibi tasarruf edebilmektedir. Nitekim murisin tasarruf edebildiği bu orana “tasarruf oranı”, istese de tasarruf edemeyeceği kısma ise “saklı pay” adı verilir.

B-) Saklı Pay Mirasçılar Kimlerdir

Mirasçı olarak altsoyu, ana ve babası veya eşi bulunan miras bırakan; mirasının saklı paylar dışında kalan kısmında ölüme bağlı tasarrufta bulunabilir. Bu mirasçılardan hiçbiri yoksa miras bırakan mirasının tamamında tasarruf edebilir. (Türk Medeni Kanunu m. 505)

C-) Saklı Pay Oranları Nelerdir?

Saklı pay aşağıdaki oranlardan ibarettir:

  • Alt soy için yasal miras payının yarısı,
  • Ana ve babadan her biri için yasal miras payının dörtte biri,
  • Sağ kalan eş için alt soy veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması halinde yasal miras payının tamamı, diğer hâllerde yasal miras payının dörtte üçü.

D-) Saklı Payın Malvarlığındaki Kapsamı

Salı paydan faydalanabilecek mirasçılar, miras bırakanın tüm malvarlığından faydalanamaz. Şöyle ki miras bırakanın terekesinde yer alan kısım için saklı pay hakkı iddia edebilir. Daha açık ifade etmek gerekirse kişinin malvarlığında olmasına rağmen terekesinde olamayan bazı hususlar söz konusudur. İntifa hakkı buna örnek verebilir. Bu ve benzeri haklar kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar olduğundan kişinin ölümüyle beraber son bulur.

II-) TENKİS DAVASI

A-) Nedir?

Tenkis davası, saklı pay sahibi mirasçının haklarının ve miras payının korunması amacıyla açtığı dava türüdür. Saklı pay sahibi mirasçı, tenkis davası ile miras bırakının vasiyeti sonucunda diğer mirasçıların veya saklı payının zarar gördüğünü iddia eder ve diğer mirasçıların edimlerinin ya da vasiyetin iptal edilmesi talebinde bulunur. Bu davayla saklı paylı mirasçılar, mirasçılık haklarının korunmasını ve haksız kazanımların önlenmesini hedefler.

Tenkis davasında saklı paylı mirasçılar, mahkemeden ölüme bağlı veya sağlar arası tasarrufun etkisizleştirilmesini talep ederler. Dolayısıyla bu dava yenilik doğuran bir davadır. Hakimin vereceği kararla murisin bazı ölüme bağlı tasarrufları ve/veya bazı sağlar arası kazandırmaları ortadan kalkmış olacağından bu davaya miras hukukuna özgü iptal davası da denmektedir

Bu davada davacı, saklı payı ihlal edilen mirasçıdır. Her bir saklı paylı mirasçı bu davayı diğerinden bağımsız olarak açabilir. Dava açmayanlar dava sonucundan yararlanamayacaklardır. Saklı paylı mirasçının alacaklıları veya iflas masası da tenkis davası açabilir.

Davalı, tenkise tabi kazandırmanın yapıldığı üçüncü kişidir. Bu kişi yasal mirasçı, vasiyet alacaklısı veya sağlar arası tasarruf işlemin tarafı (üçüncü kişi) olabilir. Saklı paylı mirasçı, lehine kazandırma yapılan herkese karşı dava açmak zorunda değildir. Saklı paylı mirasçı, örneğin miras bırakanın sağlar arası kazandırma yaptığı kişilerden dilediğine karşı tenkis davası açabilir.

B-) Tenkis Davasında Sıra

Tenkis davasında sıra usulü ilk olarak ölüme bağlı tasarrufların her birinden orantılı olarak yapılır. Saklı pay ihlalinin devam etmesi halinde ikinci olarak sağlar arası tasarruflardan yeniden eskiye doğru tenkis sağlanır.

Türk Medeni Kanunu’na göre son çare olarak kamu yararı taşıyan ölüme bağlı tasarruflardan da orantılı olarak tenkis sağlanabilir. Eğer buna rağmen hak ihlali devam ediyorsa kamu yararı taşıyan sağlar arası kazandırmalardan yeniden eskiye doğru tenkis gerçekleştirilir.

C-) Tenkis Davasında Hak Düşürücü Süre

Türk Medeni Kanunu m. 571 gereği, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrenmelerinden itibaren bir yıl içinde ve her halükarda mirasın açılmasından itibaren 10 yıl içinde tenkis davasının açılması gerekir. Dava yenilik doğuran bir dava olduğundan buradaki sürede hak düşürücü süredir. Dolayısıyla dava süresi hakim tarafından re’sen nazara alınacaktır. Ancak Türk Medeni Kanunu m. 571/3’te yer aldığı üzere, tenkiste zamanaşımı iddiası süreye tabi olmaksızın her zaman ileri sürülebilir.

D-) Tenkis Davasında Görevli ve Yetkili Mahkeme

Tenkis davasında yetkili mahkeme miras bırakının en son yerleşim yeri mahkemesidir. Miras bırakının Türkiye’de yerleşim yeri bulunmuyorsa miras bırakının taşınmaz malvarlığının bulunduğu yerde tenkis davası açılır.

Tenkis davasında görevli mahkemeler ise asliye hukuk mahkemeleridir.

III-) YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

  • “…Davacı vekilinin 25.3.1999 tarihli son oturumdaki beyanı haktan feragat niteliğinde değildir. Kaldı ki haktan feragat niteliğinde kabulü halinde de Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 151.maddesi gereğince imzası ile tasdik edilmesi gerekir. Sabit tenkis oranı belirlenmeden tercih hakkı kullanılamaz. Tercih hakkı davalı tarafından kullanılmadan tenkis sonunda para olarak ödenecek karşılık miktarı belirlenemez. Bu sebeple de doğmayan bir haktan feragat söz konusu olamayacağından yargılamaya devam olunup 11.11.994 tarih 4/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına uygun işlem yapılması gerekirken nitelendirmede yanılgı sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir…” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2000/1753, K. 2000/1786)

  • “…Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle yeğenler başından itibaren saklı pay sahibi değillerdir. 5650 sayılı Kanun’la kardeşler saklı pay sahibi mirasçı olmaktan çıkarılmışlardır. Davacılar saklı pay sahibi mirasçı olmadıklarından davanın reddedilmesi doğrudur…” (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, E. 2016/7835, K. 2019/2456)

Av. Hüsna GÜNDÜZ

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ DAVALARI (İZALE-İ ŞUYU)

I) GENEL TANIM

Ortaklığın giderilmesi(izale-i şuyu) davası, paylı veya elbirliği mülkiyetindeki ortakların taşınır veya taşınmaz mallardaki mevcut olan mülkiyet ilişkinin sona erdirilmesi ile ferdi mülkiyete geçilmesini sağlamaktadır.

Ferdi mülkiyet, taşınır ve taşınmaz mal üzerindeki mülkiyet hakkının tek kişiye ait olmasını ifade etmektedir. Malikin taşınmazın üzerinde dilediği şekilde kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunulabilmesinin tek kişi mülkiyetinde olması halidir.

Bu dava türü çift yönlü bir dava türüdür. Yani ortaklığın giderilmesinde kazanan ve kaybeden taraf bulunmamaktadır. Dava sonucu her iki taraf içinde benzer sonuçlar doğurmaktadır.

II) ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ DAVASININ KONUSU

Taşınır, taşınmaz veya birden fazla taşınmaz ortaklığın giderilmesi davasına konu olabilmektedir. Davayı açan taraf veya taraflar birden fazla taşınmazın ortaklığının giderilmesini talep edebilmektedir.

Birden fazla taşınmazın bulunması halinde tek bir dava ile ortaklığın giderilmesi tarafların lehinedir. Her taşınmazın bulunduğun yer mahkemesinde dava açmaktansa bir taşınmazın bulunduğu yerde diğer taşınmazlar için de bu dava açılabilmektedir.

A) ELBİRLİĞİ MÜLKİYETİNDE ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ

Elbirliği mülkiyeti, taraflar arasında kanunun açıkça öngördüğü hallerde ortaklık bağının oluşması (miras ortaklığı) ve bu ortaklık bağına istinaden mülkiyet hakkının kazanılmasıdır.

Bu mülkiyet türü Türk Medeni Kanununun 701-703.maddeleri arasında düzenlenmiştir.

Mirasçılar tereke giren bütün hak ve mallara elbirliği ile malik olmaktadır. Mallar üzerindeki hak sahipliği, her bir ortağın ortaklıktaki malın tamamına yayılmıştır.

Elbirliği mülkiyetinde ortaklığın tasfiyesinin istenmesi dışındaki tüm işlemlerde ortakların oybirliğiyle karar almaları ve ortak hareket etme zorunlulukları vardır. Ortaklığın giderilmesi davasında ise her ortak tek başına ortaklığın aynen veya satış suretiyle giderilmesini talep ve dava edebilir. Üçüncü kişilere karşı bu davanın açılması durumda ise ortaklar birlikte dava açmak konusunda anlaşamadıkları takdirde miras ortaklığına temsilci atanması ile temsilci aracılığıyla davayı yürütebilmektedir.

B) PAYLI MÜLKİYETTE ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ

Paylı mülkiyet, taşınır ve taşınmaz malın fiili bölünme hali olmaksızın tamamına belirli paylarla malik olunmasıdır. Oransal olarak belirlenmiş pay oranlarında paydaşlar hak sahibidir. Her paydaş payı oranında tasarrufta bulunabilmektedir.

Aynı zamanda paydaş, ayni haklardaki belirlilik ilkesi gereğince hakka konu malın tamamında hak sahibidir.

Bu mülkiyet türü kanunlarımızda Türk Medeni Kanununun 698-700.maddeleri arasında düzenlenmiştir.

Paylı mülkiyette paydaşlar, hukuki bir işlemle paylaşmanın sınırlandırılması halinde ortaklığın giderilmesi davası açamamaktadır. Bu haller; paydaşlar arasında mülkiyetin devamına ilişkin sözleşme düzenlemesi, malın sürekli bir amaca özgülenmesi(taşınmazın gelirinin vakıf olarak ayrılması), ortaklar açısından paylaşma talebinin uygun zamanda yapılmaması, miras bırakanın iradesiyle ortaklığın giderilmesinin vasiyetle engellenmiş olmasıdır. Belirtilen hallerin hukuka uygun, resmi şekilde ve geciktirici şart olarak düzenlenmiş olma gibi koşullar değerlendirilmeden ortaklığın giderilmesi davası açıp açılmayacağı tespit edilemez.

Ortakların ortaklığın giderilmesi davasından taşınmazın mahiyeti, ortaklığın giderilmesindeki yasaklı haller ve  hukuki bir engelin bulunup bulunmadığını tespit edilmesi işbu davanın elzem ve öncelikli işlemlerindendir.

III) ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ ŞEKİLLERİ

Türk Medeni Kanununun 699.maddesi gereğince  ortaklığın giderilmesi yani paylaşma, malın aynen bölüşülmesi veya pazarlık ya da açık artırmayla satılarak bedelinin bölüşülmesi biçiminde gerçekleştirilir. Ortakların mülkiyet haklarının korunması  ilkesi gereğince paylaştırma usulünde malın bir kısmının aynen bir kısmının ise satış suretiyle giderilmesine karar verilemez. Ortaklar tarafından muvafakat edilmediği takdirde malın bir kısmının paylı mülkiyet halinde bırakılmasına da karar verilemez.

A) MALIN AYNEN TAKSİMLE BÖLÜŞTÜRÜLMESİ

Ortaklığın giderilmesinde asıl olan malın aynen taksim suretiyle giderilmesidir. Paylaşmanın aynen taksim suretiyle yapılabilmesi için paylı malın bu şekilde bölüştürülmeye elverişli olması gerekmektedir. Aynen paylaşma malın değerini düşürecekse ve paydaşların mülkiyet hakkını ihlal edecekse veya aynen taksime engel bir halin varlığı söz konusu ise satış suretiyle paylaştırılmalıdır.

Aynen taksimle paylaştırmanın elverişliliği bilirkişi mahiyeti ile tespit edilmektedir.  Taşınmaz aynen taksimle paylaştırılmasının uygun bulunduğu halde aynen, aksi halde ise satış suretiyle paylaştırılmaktadır. Aynen taksimde pay oranları eşit olmadı halde kalan payın nakden değeri paydaşlara verilebilmektedir. Bu yenilik doğurucu ayni hak ancak kararının kesinleşmesi ile sonuç doğurmaktadır.

Önemle belirtmek gerekirse elbirliği mülkiyetinde, mülkiyet türü paylı mülkiyete çevrilmeden aynen taksim yoluna başvurulamaz. Paylı mülkiyette ise mülkiyet türünün değiştirilmesine gerek kalınmaksızın direkt aynen taksimle bölüştürme yoluna başvurulmaktadır.

T

Aynen taksim suretiyle ortaklığın giderilmesi yolu araştırılmadan ortaklığın satış suretiyle giderilmesi Yargıtay içtihatları ile bozmayı gerektirmiştir.

Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 24.11.2020 tarihli ve 2017/1880 Esas, 2020/7647 Karar sayılı kararıyla; “… Davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmeyip reddi gerektiği…; somut olayda; dava konusu 3304 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 16782 m2 yüzölçümlü ve arsa vasıflı olduğu, davacının 1141/8391 oranında payının bulunup kalan kısmın ise davalıya ait olduğu, mahallinde teknik bilirkişi vasıtasıyla yapılan keşif sonrasında alınan bilirkişi heyet raporuna göre, aynen taksiminin mümkün olduğu bildirilmiş ise de yukarıda belirtilen hususlarda bir araştırma yapılmadığı, bu durumda mahkemece, yukarıda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle araştırma ve inceleme yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmediği…” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. ( Yargıtay Kararı – 7. HD., E. 2024/1198 K. 2024/1998 T. 4.4.2024)

B) MALIN SATIŞ SURETİYLE BÖLÜŞTÜRMESİ

Ortaklığın giderilmesinde aynen taksim suretiyle paylaştırma uygun bulunmadığı hallerde taşınmazın değerinde önemli ölçüde bir değer kaybı yaratmamak üzere satış suretiyle paylaştırma yoluna başvurulabilir.

Paylı mülkiyette satış suretiyle ortaklığın giderilmesi, elde edilen bedelin  ortakların payları oranında bölüştürmesi ile meydana gelmektedir. Bedelin paylar oranında bölüşmesi ile paylı mülkiyet sonra ermektedir. Elbirliği mülkiyetinde ortaklığın satış suretiyle giderilmesinde ise satış bedeli her bir ortağa veraset belgesindeki miras payı uyarınca verilmektedir.

Satışın ortaklar arasında açık arttırma suretiyle yapılmasına karar verilmesi için de ortakların rızası aranmaktadır. Rıza koşuluna bağlı olarak satış, ortaklar arasında açık arttırım suretiyle yapılabilmektedir.

IV) DAVA ZAMANAŞIMI VE DAVA SÜRESİ

Ortaklar, mülkiyetin varlığından itibaren zamanaşımı süresi olmaksızın her zaman bu davayı açabilir. Ortaklığın giderilmesi davasında dava süresi, ortakların sayısı ve ortakların davayı birlikte açması koşullarına göre değişkenlik göstermektedir. Dava konusu itibariyle yargılama süresi uzun olmaktadır. Ancak hukuki destek alarak bu süreç minimum seviye indirilebilmektedir.

V) YARGILAMA GİDERİ VE VEKALET ÜCRETİ

Ortaklığın giderilmesi davasının çift yönlü bir dava olmasının bir diğer sonucu ise taraflar, yapılan yargılama sonucunda yargılama gideri ve vekalet ücretinden payları oranında sorumlu tutulmaktadır.

VI) GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME

Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davalarda görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemeleridir.

Taşınır ve taşınmaz mal tereke ile ilgili bir dava ise miras bırakanın son ikametgah adresi yetkilidir. Ancak taşınır ve taşınmaz malın tereke ile ilgili yoksa taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Dava konusu, birden fazla taşınmazın ortaklığının giderilmesi ise taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde diğer taşınmazlar için de yetkili mahkeme sıfatıyla dava açılabilmektedir.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN TESPİTİ VE TESCİLİ DAVASI

I-) KAMULAŞTIRMA NEDİR?

Kamulaştırma, kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek ve tüzel kişi fark etmeksizin taşınmazın gerçek bedeli karşılığında mülkiyetinin kamuya tahsis edilmesini ifade etmektedir. Kamulaştırma hukukumuzda kamu gücüne  haiz kurumlar tarafından yapılmaktadır. İlgili kurul kararı gereğince taşınmazın kamuya hizmet etmesi amacıyla kamu yararı kararı alınarak kamulaştırma bedeli tespit edilmektedir.

 Ayrıca acele kamulaştırma işlemi  ile Asliye Hukuk Mahkemesinde keşfe çıkılmak suretiyle kamulaştırma bedeli tespit edilir. Tespit edilen bedel değişik iş dosyasına depo edilmektedir. Bu tespite ilişkin kamulaştırma ilanı taşınmaz maliklerine bildirilir. Malikler tarafından kamulaştırma bedeli kabul edilmemesi üzerine kamu yararı gözeten kurumca dava açılır ve davalı sıfatı ile dosya tarafınıza tebliğ edilir.

Kamulaştırma ilanının tebliği üzerine 60 gün içerisinde idari dava yoluna başvurularak kamulaştırma işleminin kamu yararı gözetmediği gerekçesi ile kamulaştırmanın iptali davasına  da başvurulabilmektedir.

II-) KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN TESPİTİ

Bedel tespiti ise kamulaştırılan taşınmazın niteliğine göre yapılmaktadır. Kamulaştırma bedeli tespit edilirken 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 10 ve 11. maddeleri esas alınmaktadır.

Taşınmazın arsa niteliğinde olması halinde; cinsi, nevi, yüzölçümü, taşınmazın mal ve kaynağının mevkii, arazi fiyatlarındaki artış, arazinin okul, hastane ve merkezi bölgelere olan yakınlığı sebebiyle değerinde meydana gelecek olan artışı, emsal nitelikteki taşınmazların satış değerleri gibi hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir. Kamulaştırma ancak gerçek satış bedelinin tespiti ile hukuka uygun bir hale gelecektir. Buna ilişkin  Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.03.2022 tarihli 2019/415 E.2022/312 K. sayılı ilamında bedel tespitinde esas alınacak hususlar belirtilmiştir.

Taşınmazın tarım arazisi vasfında olması halinde ise zirai gelir metodu uygulanarak kamulaştırma bedeli tespit edilmektedir. Zirai gelir metodunu uygulanmasında taşınmazın yeri, vasfı, yüzölçümü, cephesi, derinliği, konumu,  kadastro veya  imar parseli oluşları, metrekare birim fiyatı  gibi  özellikleri ile birlikte taşınmazın tarım arazisi olması sebebiyle tarımsal üretim maliyetine göre bedel tespiti yapılmaktadır. Tarımsal üretim maliyeti grafikleri taşınmazın bulunduğu Tarım Müdürlüğünden alınmakta ve buna göre kapitalizasyon faiz oranı belirlenmektedir.

Kapitalizasyon faiz oranı arazinin rantı (net geliri) ile o arazinin satış değeri (çıplak değer) arasındaki oran olarak tanımlanan, belli bir bölgede, aynı yıl içerisinde, aynı tür tarımsal üretimin yapıldığı, aynı vasıf ve karakterdeki arazinin gerçek satış bedeli ile net geliri belirlendikten sonra oranlanarak bulunmaktadır. Bu miktar belirlenmesinde, taşınmaza ulaşım kolaylığı, arazinin tek parçadan oluşması, toprağın biçimi, mülk güvenliğinin olması, serbestçe alınıp satılabilmesi, nüfus yoğunluğunun fazlalığı ve münavebenin kolaylıkla değiştirilebilmesi gibi faktörler  de etkilemektedir.

Taşınmazın kıymet takdirinde arazilerin değerinin, taşınmaz mal veya kaynağın mevki ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelire göre hesaplanmasını zorunlu kılmaktadır. Bulunan net gelirin kapitalizasyon faizine bölünmesi ile arazinin kamulaştırma bedeli ortaya çıkar. Bulunan bu bedel, her zaman hakkaniyete ve adalete uygun düşmeyebilir. Hakkaniyeti ve adaleti sağlamak, taşınmazın gerçek değerinin tespitini temin etmek için kanun bazı ilave tedbirler getirmiştir. Taşınmazdan alınan ürünün pazarlama kolaylığı, nakliye maliyetinin düşük olması, ulaşım kolaylıkları, şehirlere, ana yola, yerleşim alanına, il merkezine yakın olması gibi tarımsal faaliyet ve gereklerine uygun unsurlar, net gelir metodu ile bulunan bedele eklenir. 

Tespit edilen bedelin aile mirası olarak kalan taşınmazlar için yeterli maddi değeri karşılamaması günümüzdeki hukuk yargılamasının temel sorunlarından biridir. Yerel mahkemece yapılan yargılama sonucunda; tescil yönünden kesin, tespit yönünden ise istinaf kanun yolu açık olmak üzere karar verilmektedir.

III-) YARGITAY KARARLARI

  • Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 2017/16077 E.  2018/14607 K. Sayılı ilamında; Dairemize intikal eden dava dosyalarında düzenlenen bilirkişi raporları ve Türkiye genelinde üretim masraflarının brüt gelirin 1/3 oranında olması da dikkate alındığında münavebe bitkilerinden buğday, nohut, arpa ve ayçiçeğinin üretim masraflarının sırasıyla 85 TL, 85 TL, 75 TL ve 80 TL olacağı gözetilmeksizin ve beklenmeyen giderler eklenerek üretim masrafları daha fazla alınmak suretiyle aza hükmedilmesi,…… doğru görülmemiştir. Davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan nedenlerle H.U.M.K.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 18/09/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
  • Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 2017/8612 E. 2017/18635 K. Sayılı ilamında; Türkiye ortalamasına göre üretim masraflarının brüt gelirin 1/3’ünden fazla olamayacağını gözetmeden hesap yapan bilirkişi kurulu raporu esas alınarak hüküm kurulması,……..doğru görülmemiştir. Davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan nedenlerle H.U.M.K.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, davacı idare harçtan muaf olduğundan harç alınmamasına, davalıdan aşağıda yazılı harcın alınmasına 13/09/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
  • Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 02/06/2016 tarihli 2016/7507 E. ve  2016/8854 K. sayılı kararı ; “Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarına göre, iklim koşulları, arazinin toprak ve topoğrafik yapısı ile bölgesindeki konumu (büyük yerleşim yerlerine uzaklığı vb) gözetildiğinde, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerle benzer nitelikte olan ülkemizin değişik yörelerindeki kuru tarım arazilerinin değerlendirilmesinde, (değeri önemli biçimde etkileyen, kanıtlanmış farklı ve özel bir etkenin bulunması durumu dışında) kapitalizasyon faiz oranı %6 olarak alınmaktadır. Mahkemece uyulan bozma ilamında kapitalizasyon faizinin %5 alınması yönünde bir bozma olmadığı, dava konusu taşınmazın kuru tarım arazisi olarak kabul edildiği anlaşıldığına göre %6 oranı uygulanması gerektiği halde Dairemizin bozması sonrası alınan bilirkişi raporunda %5 kapitalizasyon faizine göre hesaplama yapılmış olması doğru görülmemiştir…. temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün oybirliğiyle bozulmasına” şeklinde hüküm kurulmuştur.

IV-) YETKİLİ VE GÖREVLİ MAHKEME

Yetkili mahkeme taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir. Görevli mahkeme ise Asliye Hukuk Mahkemesidir.

Özetle; kamulaştırma mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Mülkiyet hakkına müdahale eden kamulaştırmanın hukuken geçerliliği, yasa ile öngörülen ilkelerin gereklilikleri ile uyumlu olmasına bağlıdır. Kamulaştırma bedel tespitinde takdir edilen gerçek bedel olması için 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu 11. madde hükümlerinin her birinin ayrı ayrı uygulanması ile kamulaştırma bedelinin tam karşılığı olarak belirlenmesi sonucuna ulaşılacaktır. Taşınmazlara ilişkin her ne kadar kamu yararı gözetilerek kamulaştırma işlemi yapılsa da kamulaştırma bedelinin gerçek değeri üzerinden tespit edilmesi hususuna dikkat edilmelidir.

Ülkemizde kamulaştırma bedeli taşınmazın gerçek satış bedeline uygun olacak şekilde tespit edilmediğinden kişilerin mülkiyet hakkı ihlal edilmektedir. Bu sebeple kamulaştırma tespit ve tescili kararlarının Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulması gerekmektedir.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır. 

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453

CEZA MUHAKEMESİ HUKUKUNDA BASİT YARGILAMA

I-) BASİT YARGILAMA NEDİR?

A-) Genel Olarak Basit Yargılama

Basit yargılama usulü, Ceza Muhakemesi Kanunu‘nda, 7188 sayılı Kanun ile 2019 yılında yapılan değişikliklerle birlikte düzenlenen, alternatif cezai uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden biridir. Anayasa’nın 141. maddesinin son fıkrası olan “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” fıkrasından  hareketle uygulamada yer almaktadır. Düzenleme gereğince devlet tarafından muhakemenin hızlandırılması, basitleştirilmesi ve bazı ceza hukuku uyuşmazlıklarının yargılama makamı önüne gelmeden çözülmesi amaçlanmış ve makul sürede yargılanma hakkı ile birlikte ceza hukukunun işlevselliğinin artırılması hedeflenmiştir.

İşlenen suçun haksızlık içeriği itibariyle hafif olduğu olaylar ile işlenen suçun delillerinin ortada olduğu ve bu nedenle çözümü kolay uyuşmazlıklarda yargılama usulünün hızlandırılması ve basitleştirilmesi gerekir. Bu gibi durumlarda, gerektiğinden fazla prosedür içeren normal yargılama usulünün uygulanmasının zahmetli ve gereksiz olduğu kabul edildiğinden basit yargılama usulüne geçilmiştir.

Basit yargılama usulü 2 yıl ve altı hapis cezasını veya adli para cezasını gerektiren suçlarda uygulanabilir. Bu suçlara örnek vermek gerekirse; basit yaralama, taksirle yaralama, tehdit, ateşli silah bulundurma, trafik güvenliğini tehlikeye sokma gibi cezası adli para yahut üst sınırı 2 yılı geçmeyen hapis cezası olan suçlardır.

Basit yargılamanın tercih edilmesinin avantajlarına yargılamanın daha hızlı, daha az maliyetli ve sanık lehine %25 (dörtte bir) oranında ceza indirimi yapılacak olması gibi örnekler verilebilir. Ancak dezavantajları ise Cumhuriyet savcısının görüşü alınmadan yargılama yapılması ve duruşma açılmadığından adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi gibi örneklerdir.

B-) Kanunda Basit Yargılama

CMK m. 251:

(1) Asliye ceza mahkemesince, iddianamenin kabulünden sonra adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verilebilir. 175 inci maddenin ikinci fıkrası uyarınca duruşma günü belirlendikten sonra basit yargılama usulü uygulanmaz.

(2) Basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verildiği takdirde mahkemece iddianame; sanık, mağdur ve şikâyetçiye tebliğ edilerek, beyan ve savunmalarını iki hafta içinde yazılı olarak bildirmeleri istenir. Tebligatta duruşma yapılmaksızın hüküm verilebileceği hususu da belirtilir. Ayrıca, toplanması gereken belgeler, ilgili kurum ve kuruluşlardan talep edilir. 

(3) Beyan ve savunma için verilen süre dolduktan sonra mahkemece duruşma yapılmaksızın ve Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaksızın, Türk Ceza Kanununun 61 inci maddesi dikkate alınmak suretiyle, 223 üncü maddede belirtilen kararlardan birine hükmedilebilir. Mahkûmiyet kararı verildiği takdirde sonuç ceza dörtte bir oranında indirilir.

(4) Mahkemece, koşulları bulunması hâlinde; kısa süreli hapis cezası seçenek yaptırımlara çevrilebilir veya hapis cezası ertelenebilir ya da uygulanmasına sanık tarafından yazılı olarak karşı çıkılmaması kaydıyla hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir.

(5) Hükümde itiraz usulü ile itirazın sonuçları belirtilir.

(6) Mahkemece gerekli görülmesi hâlinde bu madde uyarınca hüküm verilinceye kadar her aşamada duruşma açmak suretiyle genel hükümler uyarınca yargılamaya devam edilebilir.

(7) Basit yargılama usulü, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik hâlleri ile soruşturma veya kovuşturma yapılması izne ya da talebe bağlı olan suçlar hakkında uygulanmaz.

(8) Basit yargılama usulü, bu kapsama giren bir suçun, kapsama girmeyen başka bir suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde uygulanmaz.

II-) UYGULAMA

A-) İddianamenin kabulü,

Asliye Ceza Mahkemesi, iddianamenin kabulünden sonra, dosyayla ilgili olarak basit yargılama usulünün uygulanıp uygulanmayacağını değerlendirir. Hakim, basit yargılamanın uygulanmasına ilişkin takdir yetkisini, dosya içeriğinde yer alan bilgilerden hareketle sanığın suçu işlediği veya işlemediği hususundaki vicdani kanaatine dayanarak kullanacaktır.

Mahkeme, dosya içeriğine baktığında, mevcut deliller ışığında vicdani kanaate ulaşırsa basit yargılama usulünü uygulamaya karar verebilecektir. Aksi durumda ise dosyadaki mevcut deliller itibariyle vicdani kanaat oluşmadığında, delillerin duruşmada açıkça tartışılması gerektiğinden basit yargılama yoluna gidilmeyecektir.

B-) Basit yargılama usulünün uygulanmasına tensiple karar verilmesi,

Savcı iddianamede olayı basit yargılama usulü dışında kalan bir suç olarak değerlendirmiş dahi olsa asliye ceza mahkemesi bu nitelendirmenin hatalı olduğunu, suçun bu usulün kapsamına girdiğini belirleyerek, davanın bu yolla görülmesine tensip ile karar verebilir. Hakim, bu durumda iddianameye bağlı değildir.

C-) İddianamenin sanık, mağdur ve şikayetçiye tebliğ edilmesi ile beyan ve savunmalarını 15 gün içinde yazılı olarak bildirmelerinin istenmesi,

Mahkeme taraflara 15 (on beş) günlük süre verildiğini ve bu süre içinde beyanlarını, savunmalarını ve varsa  sunmak istedikleri delilleri mahkemeye sunmalarını istemektedir. Tebligatı alan sanık, mağdur veya şikayetçiden beyanda bulunmaları beklenir ancak ilgililerin beyanda bulunmamış olmaları muhakemeyi etkilemez.

Tebligatta, öngörülen süre içinde beyan ve savunma sunulmasa dahi duruşma yapılmaksızın hüküm verilebileceğinin belirtilmesi gereklidir. Ancak mahkeme taraflara bunu bildirmiş olmasına rağmen, gerek görürse her zaman duruşma yapmak yetkisine sahiptir.

D-) Toplanması gereken belgelerin ilgili kurum ve kuruluşlardan celbi,

Mahkeme, kendiliğinden, basit yargılama usulü uygulanacak dosyaya eklenmesi gereken bilgi ve belgeleri, ilgili kurum ve kuruluşlardan talep eder.

E-) Beyan ve savunma için verilen süre dolduktan sonra mahkemece duruşma yapılmaksızın ve Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaksızın karar verilmesi,

Basit yargılama sonucunda verilen kararın hukuki etkisi, sanık veya diğer ilgililerin bu karara karşı gelmemelerine bağlıdır. Şayet ilgililer karara itiraz eder ise süreç devam edecektir. Basit yargılama usulüne göre verilebilecek kararlardan biri de mahkumiyettir. Mahkumiyet kararı verildiği takdirde sonuç ceza dörtte bir oranında indirilecektir.

 F-) Verilen karar sonrası itiraz eden taraf olmadığı takdirde kararın kesinleşmesi,

Süresi içinde itiraz edilmeyen kararlar kesinleşir.

III-) ŞARTLARI

Basit yargılama usulünün şartlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

  1. Kovuşturmaya geçilmiş olması: İddianame kabul edildikten sonra duruşma yapılmaksızın hakim tarafından tensiple karar verilmektedir.
  2. Uyuşmazlığın asliye ceza mahkemesinin görev alanında bulunması: Bu usul (basit yargılama) -ağır ceza mahkemelerinde 2 yıl üst sınırı olan hapis veya adli para cezası öngörülen suçlar bulunmadığından- asliye ceza mahkemesinin yetkisine giren suçlar bakımından söz konusudur. Ancak bu koşul sağlansa dahi basit yargılama usulüne karar verilmeyebilir.
  3. Muhakeme konusu fiilin oluşturduğu suçun basit yargılama usulüne tabi olması: Mahkeme her aşamada bu usulün uygulanmasından vazgeçebilecektir. Örneğin, sonradan elde edilen deliller ışığında suçun daha ağır bir cezayı gerektirecek şekilde değişiklik göstermesi durumunda basit yargılamadan vazgeçilmesi gerekmektedir.
  4. Mahkemenin dosya içeriğinden vicdani kanaate ulaşması: Dosyaya sunulan deliller olayı açıkça aydınlatmış olmalı, mahkeme vicdani kanaatinin oluşması için ayrıca delil sunulmasına ihtiyaç duymamalıdır. Özellikle suçun manevi unsuru bakımından suçun işlendiğine yönelik şüphelerin ancak sanığın, mağdurun ve tanıkların mahkemede dinlenmesi suretiyle aydınlatılabileceği görülüyorsa, bu usulün seçilmesi uygun olmayacaktır.
  5. Suçun basit yargılama usulüne tabi olmayan bir başka suçla birlikte işlenmemiş olması: Bu durumda basit yargılama usulünün kapsamına giren suçun da diğer suç ile birlikte genel hükümlere tabi tutulması zorunludur.
  6. Suçun takibinin izne veya talebe bağlı olmaması: Basit yargılama usulünün uygulanabilmesi bakımından, yargılama konusu fiilin oluşturduğu suçun takibinin izne ya da şikayete tabi olmaması aranmıştır. Yargılama sırasında suçun takibinin şarta bağlı olduğu ve bu şartın gerçekleşme ihtimalinin bulunmadığı anlaşıldığında, muhakeme “düşme” kararı ile sona erecektir.
  7. Sanıkta yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ya da “sağır ve dilsizlik” hallerinden herhangi birinin bulunmaması: Sanık 18 yaşından küçük, ayırt etme gücünden yoksun ya da “sağır ve dilsiz” ise basit yargılama usulü uygulanamaz.

NOT: Bu yazımız, bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. İzinsiz paylaşılması halinde, hukuki süreç başlatılacaktır.

Dike Hukuk ile iletişime geçmek için: https://wa.me/905337608453